20 Aralık 2013 Cuma

Suçlu

Yorgun olmasaydım dünyayı kurtarabilirdim. Hayatım kontrolden çıktığından beri hızlı ilerliyorum, süslü cümlelerle aram pek kötü. Kısa cümleler kuruyorum. Kendimden haberim yok. Bazen yazmaya çalışıyorum, kağıtlar buruşuyor. Ben yazmaya başlayınca kalemler hep bitiyor. O güzel şeyler yazıyor, ben çirkin. Kağıtlar, kalemler, sözcükler artık beni sevmiyor. Platoniğim. Yazmaya devam ediyorum. Yazmaya devam ettikçe kafamın içindekiler bitmiyor. Kafamı karıştırıyorum. Suçu başkasına atıyorum. Çünkü o iyi şeyler söylüyor, ben kötü. Kötülükle çirkinlik arasında bir yerde kendimi arıyorum. Kendimi bulabilseydim dünyayı kurtarabilirdim. Rüya görüyorum. Yüzyıllardır görüyorum, kimse bilmiyor. Onları kendime saklıyorum. Bugün, Tanrı benim. Sigaramla beraber kendimi yakıyorum.

Kendimi cezalandırıyorum.


11 Aralık 2013 Çarşamba

Kız çocuğu

Keşke demenin anlamsızlığından yakındığım günleri hatırlıyorum da, şimdilerde keşke demekten başka bir şey yapmıyor olmam fazla acınası. Zamanımın çoğunu rol yaparak geçiriyorum; eğleniyor gibi, mutluymuş gibi, seviyormuş gibi, seviliyormuş gibi. Gibiler çoğaldıkça, hayatımı kaybediyorum. Parçalanmış durumdayım. Birileri parçalarımı ele geçirmiş, hepsi benim hayatımı yaşıyor. Ben, kendimi yaşıyorum. Aynı anda binlerce düşünce kafamın içinden geçiyor, ben benden geçemiyorum. Oysa yalnızca bir hayat isterdim, yalnızca tek bir şeye tutunmuş bir hayat. Yalnızca kendime sahip olduğumu hissetmek istemezdim mesela, yalnız hissetmemek için bir kedi sahiplenmezdim, sıkıldığım zamanlarda sebepsiz ağlamazdım, hatta sıkılmazdım. Fazla düşünmez, gereksiz insanların yüzünü bile görmezdim; kim bilir, belki aşık olmadan sevişirdim. Utancın anlamını bilmediğim yerlerde olmak isterdim, her şeyi bildiğini sanan insanların olmadığı bir yerde; mutlu şehirlerde. Kaybolmak isterdim, sonra bulunmak. Kendimi öldürme cesaretine sahip olmak, bu cesaretle yaşamak isterdim. Yalnızca yaşamak.

Güç geçtikçe anneme benziyorum. Hayatımda tanıdığım en yıkıcı insana. Önce kendini, sonra beni yerle bir eden insana. Annemi sevmemeye çalışıyorum. Uzak durmaya, uzağında kalmaya, hayatımdan çıkarmaya çalışıyorum. Beni sevmesin istiyorum. Çünkü insan ailesi tarafından sevilince sevilmeye değer birisi olduğunu sanıyor. Bir gün geliyor; sevilmek istiyor, sevilmiyor. Sonrası hep, hayal kırıklıkları. İnsan ailesinden sevgi gördüğü sürece büyümeyi unutuyor.

Kız çocukları en çok annelerine benziyor.




9 Aralık 2013 Pazartesi

Kendini sevmeyen bir insan sevilmeye ihtiyaç duymamalı.

Etrafta rahatsız edici bir sessizlik var. Soğuğa aldırmadan balkona çıkıyorum. Sigara içmem lazım. Bu durumun beni zorlayacağını adım gibi biliyorum, çünkü gün içinde hatırlayamadığım bir saatte sigaralarımı çöpe attım. İnsan kendini güçlü hissetmek uğruna ne kadar saçmayabiliyor değil mi? Sigaraları çöpten çıkarırken fazlasıyla zavallıyım, hayattımda sahip olduğum en önemli şeyi attığım çöpten çıkarıyorum. Bunlar elindekileri kaybeden ve istediklerini elde edemeyen korkak bir insanın son çırpınışları. Bir kadının. Hava soğuk. Aldırmıyorum. Yerdeki karları görebilmem için eğilmem gerekiyor. Buranın lüks bir hapishaneden pek bir farkı yok. En azından ben öyle hissediyorum. Kendimi fazlasıyla tanıyorum, kuşkum yok. Sobalı bir evden çıkan dumanla, sigaramın dumanı birbirine karışıyor. Sigaram. Her şey aslında ait olmayla ilgili. Bir şeylere gerçekten sahip olmakla ilgili, kaybetme korkusuyla ilgili. Bir bağımlılığa bu kadar ihtiyaç duymanın nedeni seni sen izin vermedikçe bırakıp gitmeyeceğinden emin olman. Hayatımdan uzun vadede kurtulmaya çalışıyorum. Yolları ben seçtim. Kimseyi suçlamıyorum.

Gökyüzü kirli. Sıkılıyorum. Erkeklerden, sigaradan, kendimden sıkılıyorum. Keşke tam burada, bu noktada ölsem diyorum.

Ara sıra kendime ihtiyacım oluyor.

Ölemiyorum.

13 Ekim 2013 Pazar

Sıcak

Yüzümün yarısı sıcak.

Akşam oldu. Anıların öldüğünü fark ettiğimde geç olmuştu. Ben hep buradaydım, bu koltukta. Sen her yerdeydin ve seni arayacak cesaretim yoktu. Yanaklarımdaki sıcaklığı bir tek sen anlardın. Gitarda bazı akorları basamayışımı bir tek sen bilirdin ve kimseye söylememen için tembihlenmiştin. Utanmaktan korktuğum dakikalar oldu, sen olmadın. Her yerdeydin, Türkiye'nin her yerinde, olmak istemediklerinde, çok yabancı ülkelerde, dilini bile bilmediğin sokaklarda... Senin olmak istediğin yer belki benim yanımdı, belki değildi; ama beni, tam da bu koltuğu aradığını çok iyi biliyordum. Biliyordum, çünkü bazı kadınlar bazı şeyleri bildiklerini sanarlar. Biliyordum, çünkü seni yanımda istiyordum. Kilo vermemekte direttiğim zamanlar oldu, yedikçe aklıma sıkça geldiğin zamanlar. Hastalıklı düşüncelerimi sen bile bilmiyordun. Bilemezdin. Bilemezdin, çünkü var olmayan adamlar bilemezler. Utanç dolu anlarımı arttırdığımda, eskide kaldım; geçmişte bir yerlerde. Oradaydın. Aslında vardın. Şaşırmamalıydım.

Çünkü vücudunun yarısı sıcak olan kadınlar, olmayan adamları oldururlar.

Kendimi yorgun hissettiğim günler oldu, bittiğim günler. Ben bu şehirde ne kadar kalırsam, sen o kadar başka yerlerde oluyordun. Dışarıya yalnızca sigaram bittiği için çıktığım günler vardı; dağınık kahverengi hırkam, bol kırmızı pijamam, lacivert ayakkabılarım ve yağlı saçlarımla insanların arasına karıştığım günler. İnsanlardan nefret ettiğim günler. Ne kadar pis olursam, insanlardan o kadar uzak kalıyordum ve kirlendikçe daha iyi bir insan oluyordum. Ve bana inan; olmayan adamlar pis kadınları sevmezler.

Ama sen sevdin. Hatırla, sevdiğini söylemiştin.

Anılar öldü. Aylar geçti ve ben olmayan sigara paketleriyle ve olmayan koltuğumla savaştığım kadar kimseyle savaşmadım. Belki annem olabilirdi, belki annemle daha çok sevmedik birbirimizi; ama sen sevdin. Annem beni sevmedikçe sen daha çok sevdin; gün geçtikçe babama benzedin. Ve ben ne çektiysem, babam gibi olan adamlardan çektim. Gün gelecek, beni sen de öldüreceksin. Şaşırmamalıyım.

Çünkü vücudunun yarısı sıcak olan kadınları, olmayan adamlar öldürürler.
















Umay Abla beni üzüyor. Kadınlar bilmeden seviyor.

28 Eylül 2013 Cumartesi

Kötü

''Sen okuma, ben yine de yazarım.'' diye iç geçirdiğim zamanlar oldu.

Sonra okunmadığı için yazmadığım şeyler.

İkarus güneşe doğru giderken yolunu değiştirdi, ben kendimi değiştirdim. Sonra kendimi sevmedim.

Kaçak düşüncelerimin yerini kaçak sigaralar, sağlığımın yerini üç beş kilo aldı; zarar yok.

Hiçbir şey görmedim.

Hiçbir şey düşünmedim.

Hissetmedim.

Hissizliğin arkasında birkaç duvar vardı, ben yoktum.

Sonra.

Senin olduğun yerde, ben de oldum.

Korkuyorum.

Olduğumu sandığım şey, kötü.

Çok kötü.



5 Ağustos 2013 Pazartesi

Senden ötürü.

Bir yazı yazdım, o kadar kötü oldu ki anlatamam.

Ağlamıyorum.

Gözüme duman kaçtı.

2 Temmuz 2013 Salı

Cehennem

türlü dağınıklar topluyorum
ben türlü dağınıkların içinde kayboluyorum
ve anlayamadığım bir şey var
şeyler var
bu devlet büyüklerimizin kafası hangi yönde işliyor
tik tak tik tak
zaman daralıyor
ya da bu sevemeyen kadın
veya aldatan adamın arasında bir yerlerde
ağlayan bir çocuk
kimsenin kimseye bir hayrı yok da
kimsenin kimseye acıması da mı yok?
-aşk olsun!-

çocukları ağlatan varsa o köşeyi dönüp kaybolsun!

ben bir gün sigarayı bıraktım
seni bırakamayınca sigarayı bıraktım
büyüdüm çocukları ağlatmamak için
şimdilerde
çamaşır seriyorum köpükler gitmiyor
genellikle 
bulaşık yıkamaktan nefret ediyorum
nefretin kendisinden nefret ediyorum
evcil hayvanım da benden nefret ediyor
-yeni fark ettim-
sanırım onu daha iyi bir yere bırakmalıyım

çocuk değilim ben hayır
ağlamamalıyım

sigarayı bıraktığımdan beri çay denizinde yüzüyorum
ve bu kurt dosyasının içinde bedenim sürükleniyor
türlü obsesyonlar sardı bedenimi
fazla cümle kuramıyorum, hava sıcak
çok iyi konuşamıyorum, farkındayım
üstüme gelme
çünkü ben çok iyi konuşursam ağlarsın
çünkü direnirken seni özlediğim bir gerçektir
çünkü seni özlemem dışında bir gerçek henüz dünyaya gelmedi
dünyaya gelmeyen her zaman daha masumdur, bilirsin
dünyaya gelmeyeni daha fazla seversin
cevap verdim gelme üstüme
ağlamaman için susuyorum
hiçbir işe yaradığım yok
ağlamanı engelleyemiyorum
beni merak etme
sustuğum için uyuyorum henüz ölmedim
sen olsaydın uyumazdım bağlantıyı kurdun mu?
mesela
ölsem haberin olurdu
çünkü ben ölürsem sen yalnız kalırsın
suların içinde oynayacak çocuk bulamazsın
ben henüz ölmedim ama senin haberin yok
sıkıldıysan üzülme
başkalarına benden bahsettiğin gün ölebilirim
mutlu olacaksan
en azından ölü taklidi yapabilirim

benden iktidar amcalara selam söyle
utanması yokmuş, günahkarmış dersin
cehennem size kalmaz, onun gibiler varken
aşkın günah olduğu tüm diyarlardan rüzgar getirirsin sonra
saçlarım artık bir işe yarar
rüzgarlarla beraber aşkları da getirirsin
sonra ayrılırız
her aşkın içinde ayrılık vardır,
en iyi sen bilirsin

-cehennemde görüşürüz.

28 Haziran 2013 Cuma

Devrim

Bir gün, bir adam, bir devrim yaptı ve hayatım değişti.

Her şeyin başladığı gün, vakit erkendi. Güneş en tepedeydi, üşüyordum. Bir gün şans benim yanımda değildi ve ben birine elimi uzattım. Zamanlar katlanarak gözlerine doldu. Uzaklar olabilecek en uzak yerlere kaçtı.

Ben bir gün aşık oldum ve hayatım değişti.

Islak saçlarımla bir olmuş gülüşen adamlar vardı. Bir gün o adam aşık oldu ve hayatım değişti. Tüm aşklar benim hayatıma dahil oluyordu ve şans benim yanımda değildi. Bir gün uzakları aldım cebime koydum. Gitmeyi istedim. Gidebilirdim. Gitmedim.

O günden beri kendimi yanımda taşıyorum. Ağırlığım altında ezildiğim günler var.

Oturmamam gereken bir evde, olmamam gereken bir yerdeyim. Salt mutluluğa inanmıyorum. İnançsızlığım arttıkça zaman daha hızlı geçiyor. En büyük sorunum sigaranın çabuk biten bir şey olması.

Mutsuzlaştıkça çocukluğuma iniyorum. Birinin beni annemle babamın sevdiği kadar sevebileceğine inanmıyorum.

Bazı zamanlar geliyor, birini annemle babamı sevdiğim kadar sevebileceğime inanıyorum.

Bir devrim başlıyor.

Bazı günler sigarayı bırakıyorum. Sigarayı bıraktıkça, tekrar başlıyorum. Sigarayı yeniden başlamak için bırakıyorum. Her şeyi yenilenmek için bitiriyorum. Yalnız kaldıkça, birini görmeye çalışıyorum. Kafam fazla dağınık, farkına varamıyorum. Önemsemiyor. Bilemiyor. Çünkü anlatmıyorum. Anlatmadıklarımla kendime yeni bir hayat kuruyorum. Hayallerime hayranım. Rüyalarımı kimsenin bilemiyor olması hoşuma gidiyor.

Yapmamam gerekenler listeme her gün yenisini ekliyorum. Ardından yapmam gerekenleri yapıyorum.

Kendimden ve yapmak istediklerimden korkuyorum. En çok da yapamayacağımı düşündüklerimden.

Bazı şeylerden kimseye söz etmiyorum.

Bazı şeyler yüzümden okunuyor.

Kaybedenin bile kaybettiğine değil de, yeniden bulamadığına üzüldüğü bir dünyada kaybetmek bulamamaktan daha zor olamaz, diyorum.

Direniyorum.


15 Mayıs 2013 Çarşamba

Direniş

bir varmış, bir yokmuş.

bir kez gelen, her seferinde gidiyormuş. söylenenler yalanmış.

bir kez ölen, öldüğüyle kalıyormuş ve bunun çaresi bulunamamış.

*

farkındalığının elinde olmadan arttığı bazı günler vardır.

insanlar gerçekten ölüyordur.

insanlar istemeden ölüyordur.

insanlar büyük bir hızla ölüyordur.

ve sen, kendi isteğinle ölüme gitmeye çabalamanın ne kadar bencilce olduğunu anlar, küfürler edersin. küfür, insanın kendisiyle çatışmasının en doğal halidir.

mesela,

kendini öldürmemek için hayallerini öldürmek diye bir şey vardır.

bazen hayallerini öldürmemek için kendini öldürürsün ve öldüğünle kalırsın.

günlük yaşamda konuşulan şeyler yavandır, bundandır ki bazı zamanlar yaşamın günlük hallerinde bulunmak istemezsin.

öyle bir dünya yoktur.

bazı zamanlar kötüdür, ölümün en büyük kurtuluş olduğunu düşündüğün.

ölümden bu kadar bahsediyor oluşuma anlam veremezsin. zaten verebilseydin şu anda sonun başlangıcına merhaba diyor olurduk.  

birlikte.

yaşayabilmek için denemek gerekir ve dünya üzerindeki en gereksiz insanlar korkaklardır.

hayalin büyüğü küçüğü olmaz, pek az insan bunu biliyordur. sen, hayallerinden kaçmayacaksın. dünya üzerindeki en zavallı insanlar onları yadsıyanlardır çünkü.

bir anın bir anını tutmayacak ve bununla gurur duyacaksın. delirmekten asla korkmayacaksın. yollarda koşuşturacak, aşık olacak, çocuklarla oynayacaksın.

o çocuklar, bir gün dünyayı kurtaracak.


13 Mayıs 2013 Pazartesi

Sokak

hayatım boyunca, çok şey istediğimi sandım. yanılmak insanın en doğal özelliği.

başucumda bir sehpa var. omzumun hizasında Tezer Özlü olmadan uyuyamıyorum. güçlü hissettiriyor. en olağan şekilde.

öpüşmenin güzelleştirdiğine inanıyorum. gençleştirdiğine.

yeterince genç olduğumu fark ettiğimde yalnızlaşıyor, fazlasıyla yaşlandığımı hissettiğimde öpüşüyorum.

en çok da öpülüyorum, hoşuma gidiyor.

her şey boynunda başlayıp omuz başlarında bitiyor.

bazı zamanlar gözlük takıyorum. bu aralar sürekli sigara içiyorum. erken ölmekten başka bir çarem kalmadı.

fazla düşünmek manasızlaştırıyor.

çünkü,

öpüşmenin öpüşmekten daha büyük bir anlamı yok.

yalnızca,

aynaya baktığında iyi hissetme hali. beynindeki sivrisineklerin öldüğü an.

beyninin olmasını istemediğin zamanlar olur, bilirsin.

bazıları bilmez.

başkasını öldürmemek için kendini öldürdüğün zaman, işte o zaman anlarsın.

sokaklar evlerden daha güzeldir.
 
öldüğün gün, ölmüş olacaksın.

o kadar.

12 Mayıs 2013 Pazar

Je t'aime

''bu sözlerimi cennet ehline aynen ilet sevgilim:
devletin bekasının da allah belasını versin,
malboranın da!''


güven-park, güven hastanesi, güvenlik caddesi

bizim buralarda güvenlik çok önemlidir ve büyük harflere karşı bir duyarlılık yoktur. buralar fazlasıyla sessizdir, insanlarımız mutsuzluklarının acısını kimden çıkaracaklarını şaşırırlar.

insanlar şaşırmaları pek sevmezler, onlar için eski olan her şey iyidir, yenileri sevmezler. ankara'nın kısmi kokuşmuşlukları bundandır.

bazılarımız otobüs değil, dolmuş sever. hatta bazılarımız en çok yürümeyi.

yürümek insanın hayatını kurtarır, çok az doktor bunu bilir.

bazı durumlardaysa doktorlar bir halta yaramaz, bunu en çok Tezer Özlü bilir.

zamanlar geçicidir ve biz o zamanların içinde yaşamaya mahkum olan zavallılarız. en mutlumuz bunun farkında değil.

mutlu olduğunu zannedenlere gülen bir kesimiz, elimizden sigara, ağzımızdan kelime eksik olmaz.

allah bizi sevmez.

çünkü biz en doğru anlarda bile kendimizi sevdirmeyiz.

az biraz deliyiz.

her yerde güvenlik olsa bile biz bir şekilde tehlikeyi bulur, ona doğru gideriz. elimizde olan tek şey yanlış yollara sapabilme becerisidir çünkü.

elimizden gelen tek şey ise bir şeyleri sevebilmek.

bazı zamanlarda yalnızca severiz ve sevmekten midemiz bulanır. midemizde kelebekler değil, beynimizde sivrisinekler uçuşur.

sivrisinekleri sevmeyiz, onlar yaz akşamlarının en kötü yanıdır çünkü. ve aylardan en güzeli eylül.

biz yalnızca alkolle kusarız.

kafalarımızın iyi olması için alkole gerek yoktur, severken sarhoş olmayı biliriz. ya da sarhoş olurken sevmeyi. en iyisi de sarhoş olmayı sevmektir, dünyaya henüz daha iyisi gelmemiştir.

ağzımızdan sigara eksik olmaz.

ve biliriz, bilmenin insanın doğasına aykırı olduğunu.

ve biliriz ki, yürümenin en güzeli telaşsız olanıdır. telaşı sevmeyiz ama ondan asla kurtulamayız. kafamız telaşlanmaya programlıdır çünkü.

eve dönmek istemediğimiz anlarda kendimizi evde buluruz, eve en çok dönmek istediğimiz zamanlardaysa yine evde oluruz.

her ne kadar nefret etsek de gidecek başka bir yerimiz yoktur. ama elbette ki sokaklar evlerden her zaman daha güzeldir.

mesela,

ölülerin aklıyla düşünüp, onlara göz kırparız. durmadan.

kelimelere aşık olup, asla gelmeyecek adamları bekleriz. zira, kelimeler bizim için önemlidir. yazarlara, şairlere, filozoflara, şarkı söyleyen adamlara aşık olur, çocuk ruhlu tüm hayalperestlerin hayallerinden birazcık çalar, kendi hayallerimizi yaratırız.

asla gelmeyecek adamlardan, asla ümidi kesmeyiz.

bazen,

iki paket sigaradan daha güzel olan bir şey varsa,

o da üç paket sigaradır.

kullandığımız şeyleri sevmezsek onların ne anlamı kalır?

yorgunuz. fazlasıyla. her şeyi fazlasıyla düşünmekten yürümeyi unutuyoruz.

her yere koşarcasına gidip, sürekli çalışıyoruz. hatta bazı zamanlar çalışmaktan başka bir şey yapmıyoruz.

isteklerimiz bitmek bilmiyor.

bizden beklenen başarıyken, yalnızca yürümek istiyoruz.

bazı yollar hiç bitmesin,

bazı evler, bazı sokaklar, bazı şehirler hiç olmasın.

falan.








not: ve gerçekten de, böyle bir şarkı yapan adamın elinden her iş gelir.

10 Mayıs 2013 Cuma

Yanıt

Kayboldum.

Durmadan arıyorum şimdilerde.

Şimdilerde arayıp da bulamamaktan başka işim yok.

Alıştım.

''Alışmak insanın en kötü özelliği.'' dediğimde karşı çıkanlar vardı.

Alışmazsak yaşayamazmışız. Sanki şimdi yaşıyormuşuz gibi.

Onlarla bir günlüğüne beyin takası yapmak isterdim.

Kafam bana ağır geliyor. Kendimden başka bir şeyden korkmuyorum.

Cesaretsizim şu sıralar. En azından kendimi kandırmıyorum.

Cesaretsiz bir kayıp olmanın acısı çok büyük. Bulduğunu bile fark edemeyebiliyorsun.

Bazen.

Geçmişte arıyorum.

Geçmişi bugünle kıyaslıyorum, başım dönüyor.

Alkol olmasaydı.

Dönmeseydim.

Bindiğimde alkollüydüm: 28T

O otobüs sonsuzluğa uçsaydı ve geri dönmeseydim. Geri dönmeseydim değişen pek bir şey olmazdı.

Yenilerde arıyorum.

Yeni ve iyi olan bir şeyle karşılaşmadım bugüne kadar. Her şey değişiyor ve iyileşen hiçbir şey yok.

Gelecekte arıyorum. Ben kendimi en çok gelecekte arıyorum.

Başım döndükçe ben dönüyorum.

Aşık olmanın varlığına inandığını söyleyen birkaç adam görüyorum, yalnızca konuşuyorlar.

Amenna, hepimiz özgürüz diyorum.

Acı çekmenin özgürlükle bir bağlantısı mı vardı? Hatırlayamıyorum.

En çok da gelecekte arıyorum.

Geçmiş geçmiyor. Adamlar uzaklardan geliyor.

Ben bir yere gidemiyorum.

Şimdilerde hata üstüne hata yapmaktan başka bir şey yapmıyorum.

Öyle bir hayalim var ki, asla gerçekleşmeyecek.

Öyle bir hayalim var ki, düşündükçe kahrımdan ölüyorum.

Şimdilerde hayallerimden başka düşündüğüm bir şey yok.

Zaman daralıyor.

Tatil bitti.

Uyanma vakti.

Cevap bekliyorum.

7 Mayıs 2013 Salı

İkarus

''zar yırtılmakla bir şey olmaz
kızlık aşk ile bozulur
senin başından henüz böyle bir şey geçmemiş kızım 
gözünden belli''

Ne olacağından habersizce yürüdüm ve otobüse bindim. Sarhoştum. Hatırlamıyorum. İneceğim yeri gördüm. Çok kötü. Keşke görmeseydim. Arkamda bıraktıklarım var. Zaman geçmek bilmiyor. Anlattıklarım birkaç yıla özgü. Yaşım genç. Kalbim geniş. Yollar dar. Yollar dar oldukça kalbimi hissedemiyorum. Tezer Özlü okudukça bolca deliriyor, Bandista dinledikçe bolca coşuyorum. Sınavlarım var, sınavlara girmek istemiyorum. Eğitim sistemine sokasım geliyor.

Durup düşünüyorum.

O yollar hayatımı kararttı.

O otobüsler, o adamlar, o kadınlar, o okullar. Onlar hayatımı kararttı. Kendi hayatımı karartma ihtimalim de vardı, ama geçmiş zaman için suçlayacak başka kimsem yoktu. Onlar. O parklar, özellikle de o adamlar. Bu aralar yalnızlıkla aram kötü. Adamlardan bahsetmem bundan.

O kadınlar ve adamlar birlik olup seviştiler. Ve bazılarının hayatlarını kararttılar.

Var olmaktan zerre haz duymayan bir bünyenin mutlu olabilme ihtimalini düşünüyorum. Oluyor. Uygun şartlarda insan mutlu olabiliyor. Değişikliğe ihtiyaçları var. Onların var olmaya, yeniliğe ihtiyaçları var. İşin aslı, yalnızca ihtiyaçları var. Artık seçici değiller. Önlerine geleni ayırt etme güçleri ellerinden alındı. Artık her şeyi kabul etmek zorunda olduklarını hissediyorlar.

Yalnızlar. Onlar Ferhan Şensoy okurken boğazlarının düğümlendiğini hissedenler. Yusuf Atılgan okurken bunalıma giren, Sabahattin Ali'ye her göz kırpışlarında üzülenler. Mutsuzluklarını şiirlerde bulanlar. Hayatlarını bazı şiirlerle karartanlar. Güzel şiirlerle.

O şiirler hiç olmasaydı.

Derinine inmek zor. Derinde yaşamak zor. Kimsenin olmadığı bir eve tutunmak zor. Aslında böyle bir yerde, böyle bir eve tutunmak zor. İnsanlar hikaye. İnsan önce olmak istediği yerde olacak, insan önce yerini, yurdunu değiştirecek. En azından otobüsünü. Farklı şoförlere, farklı otobüs numaralarına alışacak. Doğulu olanlar bol bol balık yiyecek, kendini Ege'ye adayacak. Rakı ve balığı beraber sevecek.

Egeli adamlar sevgililerine orayı anlatacak. Rakının adabını öğretecek.

Rakının adabını öğretirken aslında hiçbir şeyin adabı olmaması gerektiğinden bahsedecekler. Katı kuralların gereksizliğinden dem vuracak, rakılı bir günün sonunda istedikleri bir yerde uyuyacak, yeri geldiğindeyse sevişecekler. Dört nala. Yeri gelecek sevişmekten başka bir şey yapmayacak, her şeyi açık seçik konuşmaktan utanmayacaklar. Bağımlılaşmayacak, yalnızca sevecekler. Yeri geldiğinde insanlar sevmekten hiç korkmuyor olacak. Dört nala. Birbirlerinin varlığıyla orgazmı yaşayacaklar. Ufak şeyler onlara yetecek. Bazı zamanlarda kendi hayatlarına dönecek, birbirlerini özlemek için geniş zamanlar yaratacaklar.

O yer, hiç gelmeyecek.

Bazen de gelecek, kimse anlamayacak.

Her yerde taş var. Denizler, kayalar var. İsyan var. Kadınlar ve erkekler ölümü düşünecekler. Bir gün gelecek ve insanlar ölümün ciddiyetinin farkına varacak ve yapamadıkları şeyleri yapmaya çalışacaklar. Özgür olacaklar. İnsanlar yaşıyorken özgür olacak. Ölüleri mezarda rahat bırakmayı öğrenecekler. İnsanlar insan olmayı öğrendikleri gün İkarus güneşe gitmeyecek. Ama hiçbir zaman da güneşi sevmekten vazgeçmeyecek.

O yer, belki de gelecek. Ama biz bekleyebilecek miyiz?

Kadınla erkek arasındaki farkı algıladığım ve daha küçük bir çocukken bazı adamlara aşık olmaya başladığımı anladığım günden beri bekliyorum. Gidiş yolunda değişiklikler olsa da, gitmek istenen yer değişmedi. Yadırgamayın. İşler değiştiğinde insanlar yalnızca hayal kurmanın değil, kurduğu hayallerin gerçekleşeceğine inanmanın insanlığın asıl özü olduğunu anlayacaklar.

Bir gün gelecek.

Gerçekleşecek.

İnsanlar sigarayı

ya da tüm zorunluluklarını bırakacaklar.

Aşık olacak ve özgürleşeceğiz.

5 Mayıs 2013 Pazar

Güneş

İstanbul'da erken uyanıyorum. Öyle vaktim olsun falan diye değil, yatakla aramda yalnızlıkla ilgili bir bağım olmadığı için.

Bu arada, yarın dönüyorum. Yalnızlıkla ilgili çok büyük bir bağım olduğu yatağıma gidiyorum.

Nereye döndüğümü bilmiyorum, durup Aksaray'ın arka sokaklarına bir selam çakıyorum.

Dönmek istemiyorum.

Şimdilerde güneşli hava açık pencereden giriyor, perdeler açık ve ben kendimi daha iyi biri gibi hissediyorum.

Ne kadar iyi olduğumu bilmeme ihtiyacım yok. Sadece daha iyi. Her zaman daha iyi.

Daha iyi olmak için uğraşıyorum, gençliğimi hissetmeye, gençliğimi devam ettirmeye çalışıyorum, her gün bira içiyorum, bazı günleri de rakıya ayırıyorum.

İtiraf etmeliyim ki rakı kültürünü çok da bilmiyorum.

İsterim ki sen bana şu rakı muhabbetini en ince ayrıntısına kadar anlat.

Hareketlerinle, mimiklerinle, ellerinle anlat. Rakı kültürünü yaşat bana sonuna kadar, diğer kadınlarla nasıl seviştiysen beni de öyle sev.

Sevmekle sevişmek arasındaki farkı en iyi sen bilirsin çünkü. Karşılık. Karşılık gördüğünle sevişirsin, bazen de karşılığında bir şey görmesen de fark etmez, ''birilerini'' her şekilde seversin. Birilerini her zaman bambaşka seversin.

Sevmediğinle sevişemezsin.

Bir yanın sevilmekten hep korkar. Sevdiğin zamanlarda kendine güvenirsin çünkü, sevildiğin zamanlardaysa korkarsın, hiçbir zaman emin olamazsın.

Ben böyleyim.

Sevilmekten korkarım ama senden korkmam. Sende benden bir parça varmış gibi sanki. Cevaplarını beklerken korkmuyorum mesela, bana her zaman geri dönüyormuşsun gibi.

İstanbul gibisin, hep aklımda, hep kalbimde, o beklediğim, hayallerimdeki şey. Seni yaşamıyorum ama ara sıra seninle oluyorum, okuyorum, okuyorum, seninle oluyorum.

Her gün düzensiz olarak bira içiyorum ve Galata civarında güzel insanlar görüyorum. Kadıköy'de ise eylemler.

Taksim'i kapatanlara ana avrat sövüyorum, sonra sen beni duyuyorsun ve beraber sövüyoruz.

Bize her yol Taksim, diyorum.

Taksim'e gitmeyeceğimi söylemiştim, hayatımda ilk defa sözümü tutuyorum, bu sefer de eylemlere Kadıköy'de gidiyorum.

Eylemlere gidiyorum. Sözümü tutmuyorum.

Moda'yı baştan başa geziyorum.

Kafam çok karışıyor, senin olmadığın zamanlarda başka adamlara inanmaktan korkuyorum. Senden başka kimseye inanmak istemiyorum.

Sadece yürüyorum.

İstanbul gibisin, yalan yok. İstanbul gibi güzel, zarif, kurtarıcı ve hayatımın çoğunu kaplayan bir hayalden öteye gidemiyorsun.

İstanbul gibi karışıksın, onun gibi aşık. Benden başka tüm kadınlara aşık olmuşsun resmen, beni görmeni bekliyorum şimdilerde.

Şimdilerde başka şey düşünmüyorum.

İstanbul'un arka sokakları gibi görünmeyen yüzlerini istiyorum. Kalbinde pislik var mı, bilmek istiyorum.

Tüm bunlar beni korkutuyor, yalan yok. Ama ben İstanbul'dan korkmuyorum.

Tüm fonksiyonlarımı yitirdim, artık siyah giyiyorum.

Tek başına yenen yemekleri hiç sevmem.

30 Nisan 2013 Salı

Uyku

Uyku tutmadı. Kaçıncı kahvemi içtiğimi bilmiyorum. Keşke yalnız olmasaydım.

İstanbul beni korkutuyor. Hiçbir zaman yeterince cesur olamadım. Aslında hayatımda 'yeterince' olan hiçbir şey olmadı.

Ben uykuyu tutmadım. Anlaşamadık, ayrıldık.

Sen de beni tutma n'olursun, geç kalıyorum. Bu tek kişilik bir gösteri. Sana yer yok.

Sana yeterince yer yok. Benden de geriye birşey kalmadı zaten.

Kaçıncı kahvemi içtim bilmiyorum. Sigara içmiyorum. Evden dışarı çıkmıyorum. Ama gelişme var, perdeleri açıyorum. Ardından pencereleri. Oksijene izin veriyorum.

Eskisi gibi değilim.

Bugün kahve vardı. Açık pencereler vardı. Sana gerek yoktu.

Olsaydın kalabilirdin belki, kim bilebilir. Bir yerlerde boşluk bulabilirdim.

Geç kalmak bazen iyidir, olsaydın geç kalabilirdim mesela, belki de hiç gitmezdim. Diğerleri umrumda olmazdı.

Olsaydın umrumda olan tek şey sen olurdun, belki ara sıra boğulurdun ama hoşuna giderdi.

Sürekli anlatmaz, sürekli dinlerdim. Olsaydın.

Geç kalmak bazen gerçekten iyidir, ben erkenciyim.

Oksijen bana iyi gelmiyor.

Kendimden sıkılıyorum.

Mesela olsaydın seni kendimle sıkardım. Seni sımsıkı sarardım.

Benden sıkılman beni üzmezdi emin ol. Bir insan kendinden sıkılabiliyorsa diğer hiçbir şey onun canını acıtamaz çünkü.

Sen benden sıkıldığında ben kendimi sevebilirdim. Malum, şimdilerde pek sevemiyorum.

Olsaydın, diyorum.

O zaman olmak istemedin, bundan sonra da ister misin bilmiyorum.

İstemen yeterli değil. Vakit geldiğinde, 'ol' istiyorum.

29 Nisan 2013 Pazartesi

''Halk aşksızsa sokaklar banka dükkanlarıyla doludur.''

Bunalımlı zamanlarım geldi. Depresyonda olmasam da dipte ve sonda olduğum aşikar.

Sonum geldi.

Yanlış anlaşılmasın, yaşamayı seviyorum. Hayatın kendisini değil belki, ama yaşamak güzel. Güzel olduğunu düşünmekten başka bir şansım da yok. Zaten eğer bu şansın olduğunu düşünseydim çoktan ölü olurdum. Yaşarken tadına varamasam da eve gittiğimde kendimi mutlu hissettiğim günler var. Keşke mutlu hissettiğim günlerin gecesi için de aynı şeyleri söyleyebilsem. Bugünlerde uyku düzenim boka sarmış durumda. Vücudum ve ruhum işbirliği içinde beni umursamamakta kararlı. Sabahlara kadar oturuyor, öğleden sonraya kadar uyuyorum. Yiyip içip tekrar yatıyorum. Kaçacak delik arıyorum. Ev benim için kaçılacak yer değil, kurtarılmayı beklediğim yer olarak şekilleniyor. En kısa zamanda kayıp ilanı hazırlayıp belirli yerlere dağıtmak istiyorum. Aslında tek bir yere. Beni bulan haber versin, diye. Bulsun diye.

Bugün kabuğumu kırıp Ankara'nın gidilebilecek en güzel yerlerinden birine gitme cesaretini gösterdim. Botanik. En güzelinden dostlarla. Var olabilecek en hoş gündü. Atakule'nin batışının kokusu etrafa yayılmıştı. Çocukluğumda Atakule vardı. Ben büyüdüm ve artık yok. Sanırım bu değişimlere alışmam gerekecek çünkü gün geçtikçe dünyanın en klişe söz öbeklerinden birini iliklerimde hissediyorum.

Biz büyüdük ve kirlendi dünya.

Bu durumun tüm zamanlarda yaşandığı inancındayım, her insan büyüdüğü zaman dünyayı daha kirli olarak görüyor. Gittikçe kötüleşen bir şeyler var, o kesin. Ama dünya mı, insan mı? Dünyayı kirleten şey insanın ta kendisi olduğuna göre cevap belli. Mesela insan büyüdüğünde çocukluğun nasıl bir şey olduğunu hatırlamıyor, çocukluk o zaman ancak sokaklarda göründüğü kadar biliniyor. Çocukluğun masumiyetini bildiğimiz halde kendimizinki hatırlayamazken hala temiz kaldığımızı nasıl savunabiliriz ki?

Botanik. Orda Ankara 'nın diğer gerizekalı parklarındaki gibi bir durum söz konusu değil. Diğer parklarda samimiyetsizlik var, Ankara insanının beton yığınlarından başka bir şey göremiyor olmasını suistimal ediyorlar. Her yerde gereksiz bir su, her yerden bir şeyler fışkırıyor. Gereksizliğin en çarpıcı örnekleri. Mesela Vadide o kadar çok su var ki, soğukluğu morgdan beter resmen. Botanik daha sıcak. Kötünün iyisi. Bir havuz var sadece ama gözüne batmıyor o kadar. Bol yeşillik. Huzur verici. Sessiz. Ve en önemlisi çok insan yok.

Daha fazla insan yüzü görmek istemiyorum artık, diye haykırmıştım bir ara. Arkadaşlarım böyle bir şeyin mümkün olamayacağını anlatmaya çalıştılar bana dakikalarca. Ankara'da yaşayanların anlaması lazım diye düşünüyordum ama bu durumun kişiden kişiye değiştiğini anladım. Ankara'daki sorun insandan başka görebileceğin bir şey olmaması. Hatta bakabileceğin. Gözünün değebileceği başka bir şey yok. Sokağa çıktığında binadan, abuk sabuk parklardan ve insanlardan başka bir şey görebilen lütfen bana ulaşsın. Her yer insan. Memurlar ve diğerleri. Mutlu olmaya çalışanlar, mutlu görünmeye çalışanlar, mutsuz olanlar, mutsuzluklarının hıncını başkalarından çıkaranlar, sevimsizler, sevimsizler, sevimsizler.

Perdelerim hala kapalı. Sigara kokusunun dağılması için pencerelerim ara sıra açılıyor, yalan yok. Bugün tüm bu düşünceler aklımdayken kendi düşüncelerimin yansımasını şurada buldum. Mutluyum, çünkü yalnız olmadığımı biliyorum. Arkadaşlarım, okuduklarım, izlediklerim kendimi kalabalık hissetmeme neden oluyor. Belki de hayatımda ilk kez, yalnız hissetmiyorum.

1 Mayıs'ta İstanbul'a gidiyorum. Ama bu sefer farklı olan ilk durak Taksim değil, Kadıköy. İdeolojimin ''pratikte'' sönmüş olması benim suçum değil. Bu konuda halkımıza danışın.

Mutlu olmaya çalışın. Ben deniyorum.

27 Nisan 2013 Cumartesi

Falsely yours

Şöyle esprili şeyler yazayım diyorum, saniyeler sonra hevesim kaçıyor.

Evden çıkmayışımın kaçıncı saatindeyim bilmiyorum. İliklerime kadar yalnızlık doldum.

Canımı sıkan ufak tefek şeyler vardı. Bunları çok güzel biriktirdim ve şimdi önümü göremiyorum. Yazdıkça siliyorum, yaptıkça yıkıyorum. Aradığım bir şey var, aramaktan vazgeçmiyorum.

Önümü göremiyorum. Bulamıyorum.

Bir ara ders çalışıyorum, başıma garip bir şey geliyor. Bir an için aramayı bırakıyorum, huzurlu bir şekilde etrafıma bakıyorum. Ve bum!

Buluyorum. Aramaktan vazgeçtiğim o anda buluyorum. Bulmak istemediğim o anda buluyorum. O anı kaybetmek istemiyorum.

Saniyeyle kaçırıyorum. Artık tedirginim.

Göz göze gelişimin bilmem kaçıncı boktan saatindeyim bilmiyorum. Sanırım o bakış eve kapanmamla aynı saatlere denk geliyor. Hatırlayamıyorum.

O gün kahve var. O gün sigara var. O gün hava güzel.

Çiçek satan birini görüyorum. Kaçmak istiyorum ama kaçamıyorum. Kendimi iyi hissetmiyorum. Adam önüme çıkıyor, kabus gibi. Çiçeği bir hışımla uzatıyor, kırmızı bir gül, ellerini göğsümde hissediyorum. Elini uzatacak başka bir yer bulamadın mı gerizekalı, diyemiyorum. Uzaklaşıyorum. Bir ara keyifliyim, gülüyorum. Adam yine geliyor. Çiçeği önüme fırlatıyor. Bu kadar güzel bir varlığı, bir çiçeği, bu kötülüğe nasıl alet edebiliyor, şaşıyorum. Güzel şeylerin kirletilmesine alışamıyorum. Kadınlığımdan utanıyorum.

Bir bank var. Bir şey gibi kötü. Alışmazsam birçok şeyi kaybedeceğimin farkındayım. Şu sıralar hissettiğim şeyleri yazmak diğer her şeyden çok daha kolay.

''Kolaylığından sıkılıyorum.''

Hava güzel ama üşüyorum. Perdeler kapalı.

''Kurtulmak elimden gelmiyor.''


25 Nisan 2013 Perşembe

Sağ

Sırf daha rahat uyumak için banyoya girdiğim geceler var. Bazen.

Uyuyamayacağımı anladığım zamanlar da var. Çoğunlukla.

Sıcak sudan korkuyorum. Ilık her zaman daha iyi benim için. Annem yüzünden. Çoğu şey annem yüzünden, ama bu konuya girmek istemiyorum. Küçükken beni banyoya sokup yıkadığı zamanlarda bir şey derdi. Kötü. ''Fazla sıcak çok da iyi değil, şey için.'' Ne için?

Sonradan anladım, bekaretimi kastediyordu.

Sıcak sudan korkuyorum. Çocukluğumu pek de sevdiğim söylenemez.

Bu aralar hiçbir şeyi unutmuyorum, ev işi yapıyorum mesela, biten kahvaltılıkları yeniliyorum. Unutmuyorum. Hiçbir şeyi unutamıyorum. İnsanın kendi kendini yormasını kendinden nefret etmesi için bir numaralı neden olarak görüyorum.

Annem yüzünden. Annem de kendini yorardı. Ben çocukken. Asıl sorun kendini yorarken beni de yorardı. Yormaya devam ediyor. İki kat yorgunluk psikolojime iyi gelen bir şey değil. Ama ara sıra mutlu da oluyorum. Gülüyorum. Mesela.

Çoğu zaman işler yolunda gitmiyor. Ve yine çoğu zaman suçlusu ben olmuyorum. Karşıma çıkan insanlardan iğrenmeye başladım, nefret de değil bu, sadece uzaklaşma isteği; çünkü bana iyi gelmiyorlar. Sanırım artık insanlardan da korkuyorum. Sigarayı bırakamıyorum. Daha doğrusu bırakmak istemiyorum. Bir şeylerden kaçmaya çalışıyorum ama yanılıyorum. Dumanda kaybolma aşamasını çoktan geçtim, sanırım boğuluyorum. Gece olduğunda ara sıra yaşadığım mutlulukları hatırlamakta güçlük çekiyorum. Yitik biriyim, artık kabullendim. Kendimi kurtarmaya çalışıyorum.

Tanrı gerçekten varsa muhtemelen o da benden nefret ediyordur ama Tanrının varlığına inanmıyorum. Yalnız hissetmeye, bir şeylerden birine ihtiyaç duymadan kurtulmaya çalışmaya öylesine alıştım ki, Tanrı karşıma çıkıp ''merhaba'' bile dese, onu hissedebileceğimi sanmıyorum.

Daha düne kadar nefret duyduğum her şey bugün midemi bulandırıyor. Değişmeye alıştım. Evime getirdiğim tüm canlılar öldü. Geriye bir tek ben kaldım.

İyi geceler anne, kalan sağlar bizimdir.

23 Nisan 2013 Salı

Algı

Korkularım var. Bugün hava güzel.

Dışarı çıkıp yürümek istiyorum. Ama korkuyorum.

Gitmekten, gelmekten korkuyorum. Saki döndüğümde her şeyi değişmiş şekilde bulacakmışım gibi.

Her şey değişmiş, hiçbir şey eskisi gibi değil.

Değişimden korkmuyorum. Ama bir yanım da değişmekten korkuyor gibi.

Sigara paketini çöpten çıkartıyorum.

Ders notları üstümü örterken birini görüyorum. Görmek istemediğim birini.

Birileri bana kötü geliyor. Bilen bilir.

Üzüntümü saklamak için sigara içiyorum, kafam yerinde değil.

Hava güzel. Ben kendimi kandırıyorum.

Yaşamayı bilmiyorum.

İnsanlar her istediğini özgürce söylüyor gibi. Bazı insanlar.

Ben ağzımı açınca yangın çıkıyor gibi, insanlar üstümü örtüyor.

Ağzımı kapatıyorum, korkuyorum.

İnsanlar istediği gibi yaşayabiliyor, bir şeyler yapıyor ve tam aksi şeyler söylüyor ve ben bu çelişkiden korkuyorum.

İnsanlar ''düşünüyorum'' dedikleri şekillerde yaşamıyor.

Ben ağzımı açıyorum, binlerce kelime çıkıyor, hepsini yutmak zorunda kalıyorum.

Onlar ağızlarından çıkan tek kelimenin doğru olduğunu inanıyorlar.

Kendilerine inanıyor ve mutlu oluyorlar.

Böyle insanlık istemiyorum.

Hiç nefret dolu bir korkaklık yaşamış mıydın? Emin ol, oluyor.

Hava güzel.

Kimsenin bir bok anladığı yok, diyorum.

Tezer Özlü beni anlıyor.

Göz kırpıyorum.






22 Nisan 2013 Pazartesi

Çok iyi de oldu çok güzel iyi oldu tamam mı?

Kendi gölgemle kavga eder hale gelişimin bilmemkaçıncı boktan günüyken sabahın köründe azimle uyandım.

Kahvaltı vardı.

Şöyle bir şey vardı.

Sigara yerine kahve vardı.

Çarpıntılarım başladı, bak yalan söylemiyorum, sigara bana çok yararlı bir şeydi.

Perdeyi aralayıp dışarıyı süzüyorum. Karşı binadaki teyze henüz uyanmamış. Uyansaydı bilirdim, evin içinde mi yoksa balkonda mı yaşıyor, hala bunu anlayan olmadı çünkü. En yalancısından bir güneş ışığı vuruyor gözüme, güneş değilmiş, yalnızca ışık desek daha doğru olur sanırım.Gökyüzü çok gri, Ankara gibi. Dışarının sessizliği her halinden belli oluyor, insanlar ölmüş olabilir. Hava bok gibi. Hava kurşun gibi ağır. Ankara'yı sabahları hiç sevmiyorum. Geriye kalan hangi zaman dilimlerinde sevdiğim büyük merak konusudur, bunu başka bir baharda açıklamayı düşünüyorum.

Bu aralar her şeyi o kadar çok düşünüyorum ki bu kadarı bana bile fazla artık. Tamam düşünmek benim işim, en ince ayrıntısına kadar, ama gerçekten de bu durum hiçbir zaman beni bu kadar rahatsız etmemişti. Artık yoruluyorum sanırım. Yaşlanıyor muyum, yoksa gençliğimi yeniden keşfedip yenilenmeye mi çalışıyorum anlamadım ama yorgunluk artık ağır gelmeye başladı. Bu işten nasıl kurtulacağımı bilmiyorum.

























Sanırım son yıllarda tüm ümitlerimin bağlandığı en güzel şeye bir kez daha merhaba dersem tüm sorunlarım çözümlenecek: İstanbul.

Merhaba İstanbul.

Taşı toprağı altın mı, yoksa ben zavallının teki miyim çözemedim ama İstanbul'da bulunduğum en kısa zaman dilimlerinde bile mutlu olacağıma inanıyorum, kişisel felsefem. Aslında yalan da değil. Orada olunca bir şey oluyor, iyi bir şey, denizinden midir, karasından mıdır bilmem. Sanırım İstanbul bahane, değişim ve yenilik insanı bu kadar güzel hissettiren. Bir de söz konusu olan çok güzel bir şehir olduğunda tüm bu duygular ikiye katlanıyor.

Bugün dışarı çıkma günü. Bugün okula gitme ve ders çalışma günü. Ve aramızda kalsın, hiçbir zaman avukat olamayacağım.

Yorumlamam bu kadar. 

21 Nisan 2013 Pazar

Just like a woman

Bugün müziği yaşamıma tercih ettim. Dinlediğim şeye o kadar konsantreydim ki yoldan karşıya geçerken etrafıma göz ucuyla bile bakınmadım.

Ölebilirdim. Ölmedim.

Günlerim mutlu gibi. Yine de bazen bunalımlara giriyorum, anlamaya çalışmaktan da vazgeçtim. Artık sadece müzik dinliyorum. Kahve içiyorum mesela. Dylan bana iyi geliyor.

Yazmak için kendimi zorladığım zamanlar var. Beynimin bir şeyin üstünden yüzlerce kez geçmesinin ardından yaşadığım kafa yangınları. Yoruluyorum. Unutuyorum. Artık kolay unutuyorum ve bu durum benim canımı sıkıyor. Yüzünü hatırlamak için kendimi zorluyorum mesela. Konuşurken aldığı şekli hatırlamıyorum, anlatırken yaşadığın heyecanı hissedemiyorum. Kimse bilmez, bir kere ağlamıştın, üzülmemiştim. Aksine sevinmiştim, belki gelir diye beklemiştim, o zamanlar aptaldım, bilirsin. Bir kere ağlamıştın ama sen bilmezsin, dedim ya, kimse bilmez. Yaşlar vardı, acı yoktu. Ağlamadım desen inanmam, bu aralar kendimden başkasına inanmıyorum çünkü. Konuşmaman lazım. Yüzünü bile hatırlamadığım biriyle sohbet edemem, susman lazım. Seni unutmaktan kastım bu değildi, hatırlamam lazım.

Yapamıyorum. Beynimin eriştiği nokta beni bitiriyor. Mesela. Sigara içerken her şey daha kolaydı. Sigara içerken sigaradan başka hiçbir şey yoktu. Sigara sağlığa zararlı, bana yararlıydı. Sevilme konusuna gelince, bu işte benden daha beter kimse yoktu. Belki de vardı. Umrumda olmadı.

Kendime iyi gelmiyorum. Haykırasım var.














Kendime üzülmekten daha iyi yapabildiğim tek şey sana acımak. Acıyorum, hatırlayamadığım bir adama acıyorum. Hatırlamamak değil, kendimi kandırıyorum. Yine. Tanımadığım bir adam.

Tanımadığım adam.

Temizlenmiş ciğerlerime öksürükler doluyor. Boğuluyorum. Seni tanımıyorum.

Haykırıyorum.

İyi geceler.

19 Nisan 2013 Cuma

Perdeler açık

Bugünlerde film, dizi, müzik ve kitap var.

Sigara yok. Narlı bira çok güzel bir şey.

Bugünlerde ev var, gerginlik yok.

Evden çıkmayışımın ikinci gününde tüm insanlıktan uzakta olmamın şerefine kahvemi yudumluyorum.

Artık acı çekmiyorum.

Acı çekiyor olsaydım buraya daha farklı şeyler yazıyor olurdum, bilirsiniz.

Artık o kadar yorgunum ki tüm acılarımı insanlığa bırakıyorum.

Filmler dedim, müzik dedim, baya güzel gidiyor hayat, nasıl gitmesin.

Zamanla unutuyorum. O kadar güzel unutuyorum ki ilerde yaşadığımı bile unutmaktan korkuyorum.

Dışarı çıktığımda hatırlamaktan korkuyorum mesela

ya da kahvem bitttiğinde.

Ya biterse?

Hatırlamamam lazım da, ciğerlerim solgun, kalbime baskı yapıyor.

Atışlar yavaşlıyor.

Artık düşünmek bile istemiyorum. O sigara paketini görebileceğim bir yere koy.

Sigara paketiyle beraber istemediğim her şeyi çöpe atıyorum.

Sanırım yeniden başladım, kendimi seviyorum

gibi.

13 Nisan 2013 Cumartesi

Acı

Masumiyetimi kaybedeli yıllar oldu. Artık sadece midem ağrıyor.

Kendi içimdeki pisliği gördüm. En derinini, en koyusunu. Bundan sonra hiçbir şey aynı olmayacaktı. İnsanlara yakın olduğum zamanlarda bile onlardan kaçmaya çalışmam bundandı. İşin aksi tarafı, kovalanmak bile istemiyordum. İlgiye değil, yalnızlığa ihtiyacım vardı. Bazı zamanlar.

Güvenmemeyi öğrendim, güvenmeyi öğrenemedim. Mesela. Sigarayı bıraktım. Alkolü sevdim. Hiç oldum, mutlu oldum, keyiflendim, sıkıldım. Tüm duyguları yaşadım ama kaybolmamayı öğrenemedim. Kayıptım. Elimden bir şey gelmiyordu. Di-li geçmiş zaman.

Güvenmek istiyorum olmuyor. Sevmek istiyorum, olmuyor. Sigarayı bırakıyorum, alkolü bırakıyorum, sebzeler yiyorum, sağlıklı besleniyorum, senin için besleniyorum, senin için çabalıyorum, ben her şeyi yapıyorum da ruhum temizlenmiyor, ben ağlıyorum. Ağlamaktan başka elimden bir şey gelmiyor. Bu arada merhaba, seni seviyorum.

Sen gülmeye devam et. Gülmeye devam et. Sen kazandın. Şimdilik. Gün gelecek, ağladığım günlerde ağzını keyifle ayırdığın her dakikanın acısını çekeceksin, biliyorum. Düştüğün o bok çukurundan kimse çekip çıkarmayacak seni, kimse seni anlamaya bile çalışmayacak. Nefes bile alamayacaksın, bana muhtaç kalacaksın. Ne komik. Aklına düşeceğim, ama beni bulamayacaksın. Çünkü o zaman bir yerlerde ölü bulunacağım.

Beni bırakıp, kendini kurtaracaksın.

4 Nisan 2013 Perşembe

''Başının o ağrısı beni görüncedir.''

Seni görmediğim halde başımın ağrıması hayra alamet değil.

Seni görmüyor olmamın beni iyileştirmesi gerekirken gittikçe dibe batmam hiç normal değil.

Dipteyim ve başım ağrıyor. Bu boktan eve tıkılıp kaldım.

-Hayır hiçbiri benim suçum değil, inanmazsan anneme sor.

Aslında ev çok mühim, kapısını kilitleyip pencerelerini açmalarım çok vahim. Çünkü ben böyleyim, yapacak pek de bir şeyim yok. Hepsi kendimi bir duruma soktuktan sonra nefes alamamalarım gibi. Hepsi biraz ben, biraz sen gibi. Yerdeki sigara külleri gibi.

Külleri temizliyorum.

Artık sarhoş olamıyorum.

Başım ağrıyor.

Aslında ben hiç büyümedim.

Hepsi benim suçum.

Senin beni çatır çatır sev-e-meyen tüm hücrelerini çatır çatır sikeyim.

2 Nisan 2013 Salı

Ben senin yerine de küfürler ediyorum ama sen hiç duymuyorsun.

Nasıl olacak bu iş?
Annemle bile birbirimizi bir türlü sevemediğimiz bazı anlara sahip olan bir dünyada, seninle sevişebilmemiz imkansıza yakındı.

İmkansız denen bir şey gerçekten de vardı.

Uyandığımda yalnız olacağımı bildiğim her gün yüzümdeki makyajla yatıp, sabahları çirkin kalkıyordum. Sen yokken çirkin olmamın bir önemi olmuyordu.

Keşke hayatımdaki en büyük sorun çirkinliğim olsaydı.

Seni görebilme umuduyla yüzümü yıkadığım günleri severdim.

Keşke sen de sevseydin.
Uykusuzluktan ayaklarım titriyor ama ben uyumak istemiyorum.

Çünkü yarın gelip de bulamamak var.

Dayanacak gücüm kalmadı.

İyi geceler.

31 Mart 2013 Pazar

Tatlı rüyalar

Buraya uzunca bir şey yazmaya hazırlanıyordum ki aklıma sen geldin.

Sikerim böyle işi.

Hareket vakti

Anlaşılamamanın umrumuzda olmadığı saatlerdeyiz
Sevmeyi ne de iyi biliriz
Evden çıkmaları, keyifli
Evde kalmaları, tembel
İki paket sigara, yiyecek bir şeyler ve çay olması yeterdi evden çıkmamalara
Kendimiz olurduk, küfrederdik bolca
Beraber eğlenememiştik oysaki
Beraber düşündüğümüz vakitler olmuştu da,
Bambaşka şeylere kafa yormuştuk
Eskide kaldı, sen hatırlamazsın şimdi
Biz beraber hüzünlenemedik ya, en çok ona yanarım
Anlaşılamamanın alkol tesiriyle etkisini yitirdiği saatlerdeyiz
Oysa biz seninle iyi anlaşabilirdik
Oysa biz seninle rakı içmedik hiç
Benim dinmeyen mide ağrılarımın sebebi bu olsa gerek
Rüyalar görüyorum, bedensel acılardan uzak olduğum rüyalar
O rüyalar ki içinde hep sen varsın bu aralar
Sen aksini iddia ediyordun ama
Uyku önemli değildi bu boktan dünyada
Uyumasaydık da olurdu
Neyse, bu başka rakıların konusu
Mesela
Biz seninle Ahmet Kaya dinlemedik hiç
Tutuşamadık biz
Bakışamadık belli ki,
Bakışsaydık anlardın diyorum da
Sana bu kadar çok şey yüklüyor olmam beni mutsuzlandırıyor
Belki de suç bende
Ama en önemli sonuç şu:
Biz seninle olamadık.
Seninle yalnızca şiirler okuduk, şahitlerim var
Şiir okumaktan başka bir şey yapmadığım dönemlerden biriydi
Seninle kesişti seslerimiz
Bilen bilir ya, güzel okuyorduk
Duymadık birbirimizi
Ha, keşke duysaydık, o başka mesele
Un momento
Keşke aynı dili konuşsaydık seninle
Aşk örgütlenmektir
İnsan yaşadığı yere benzer
Zamanın bana ihanet etmesine alışığım da,
Sana neden acımadığını hiç anlayamıyorum
Zamansızlığımızda boğulduğumuz büyük gerçek
Sen fazla sakin, bekleyen
Ben fazla çocuk, ilerleyen
Bir adım attığımda üç adım gerimde olman bu yüzdendi
Anlaşılamamayı bastırıyor rakı
Keşke seninle de içebilseydik

Midem hala ağrıyorken, iki oda bir salon evimden bildiriyorum:
Bu gece rakı vardı, sana gerek yoktu

Yarın gözümü açar açmaz
Seni hatırlayacağım
Marilyn Monroe öldü sevgilim
Ben de fazla kalmayacağım

29 Mart 2013 Cuma

Pişman

Bugünlerde halsiz ve yorgunum. Fazlasıyla kirliyim. Yemek yapıyor, bulaşık yıkıyor, ütü yapıyorum. Evde iş bitmiyor. Ya da ben bitirmiyorum. Bugünlerde ne zaman uyumak için kafamı gömsem yastığa, rüya görmeden uyanmıyorum. Seni düşünmeden uyuyup, seni düşünerek kalkmam bundandır. Seni düşünmeden uyuduğum kısma girmek istemiyorum. Söz konusu sen olunca fazlasıyla yalancıyım, bilmiyorsun. Sen inkar ederken ben yalanlar söylüyordum, bunu da bilmiyorsun. Anlamıyorsun. Bilen bilir, beni anlamış olsaydın dünyanın en mutlu insanı olurdun.

Yoksun.

Bugünlerde en çok senin nasıl olduğunu merak ediyorum ki, öğrenmek hiçbir işime yaramayacak. Sen güldükçe ben üzülüyorum. Sen güldükçe ben de gülüyorum ki, ağırlığında ezilmeyeyim. Eziliyorum, çünkü içten içe ağlarken insanlara gülmek çok zordur. Biliyor musun, bilmiyorum. Ezilmekten korktuğum için evden çıkmıyorum. Seni görmek istememem bundandır. Bilmiyorsun.

Yoksun.

Olmanı gerçekten istiyor muyum, bilmiyorum. Tek istediğim şu evden keyifli bir biçimde çıkmak aslında. Evden çıkmak istiyorum. Sen olmasaydın, evden rahatlıkla çıkabilirdim mesela. Ama varsın, varlığını engelleyemiyorum. Seni yanımda istememin nedeni bundandır. Çünkü uzağında olduğum sürece ben bu evden çıkmak istemiyorum. İsteklerim -her zamanki gibi- sonuç vermiyor.

Yoksun.

Devrelerim yandı sanırım. Bir kere düşünmem gerekeni binlerce kez düşünmeden edemiyorum. Dışarı çıkmadığım her dakika evden biraz daha nefret ediyorum. Sevmemek bir şeyleri sonuca bağlıyor aslında. Çünkü ben sevdikçe, çözümsüz kalıyorum. Sevmek de istemiyorum da, bunu nasıl anlarsın bilmiyorum. Neyse, bazen ben bile kendimi anlamıyorum.

Yoksun.

Olmuyorsun da, ben seni neden kafamdan atamıyorum? Şu siktiğimin dünyasında neden keyifli olamıyorum? Mutluluk değil istediğim, anla bunu, kim bulmuş ki salt mutluluğu? Mutluluk dediğin nedir ki zaten şu üç kuruşluk yerde. Ben sadece anlaşılmak istiyorum. Bunu defalarca kez söylemiştim, yine söylerim, beni anlamanı istiyorum.

Anlamıyorsun.

Varlığınla ilgilenmiyorum. Yüzüme bakma. Gülme hatta. Üzüldüğümü söylemiştim. Yalnızca biraz zaman istiyorum. Biraz huzur. Ondan sonra seni varlığınla başbaşa bırakacağım, beni bir daha asla bulamayacaksın. Beni görecek, ama dokunamayacaksın. Belki birkaç asır sonra ya da başka bir evrende bana ihtiyaç duyacaksın. Biliyorum. Pişman olacaksın.

Aşık kalacaksın.

Dilek taşı

Bugün bulaşık yıkadım. İnanmasan hakkın var, malum ben bulaşık yıkamayı hiç sevmem. Mecbur kaldım. O kadar çok birikmişlerdi ki, bir yerden başlamak lazımdı. Ev kirliydi. Ev en az benim kadardı. Ne eksik ne de fazla. Ev benim kadar kirliydi.

Mecbur kaldım. Mutfaktaki balkon kapısını sonuna kadar açtım. Bilmezsin sen, benim ev az biraz karanlık. Girebildiği kadar soktum güneşi içeri. Güneş pek de yoktu ya, neyse. Biz işimize bakalım dedim, Bandista dinleyerek bulaşığa başladım. Köpükler seni unutturdu. İlk defa seni unutturdu. Ama işte o sözler yok mu o sözler, ''aşk örgütlenmektir, bi düşünün abiler.'' Hatırladım. Bulaşık bitti, sigara yaktım. Babam geldi, inanır mısın? Babamı tanımıyorsun. Onu gördüğüme sevinmedim. Çünkü bugün seni görmediysem, başka bir erkeği de görmemeliydim. Delirdim. Bir hışımla yemek yapmaya koyuldum. Mutfaktan çıkmadım. Yemek pişirdim, bulaşık çıkardım, yemek yedim. Hayatım bu değil miydi zaten? Bir şeyleri yapıyor, yeniden yıkıyordum. Yeni şeyleri hayatıma soktuktan sonra, içini boşaltıp kirlilerin yanına koyuyordum. Bana yeninin bir hayrı yoktu. Yeni kötüydü. Sen kötüydün.

Affet beni diyemem. Hiçbir şey için özür dileyemem. Bir tek dileğim var, o da pişman olup yalnızlığında sürünmen. Çünkü ben bulaşık yıkamayı hiç sevmem. Ve bulaşık yıkarken pişman olurum, anlıyor musun?

28 Mart 2013 Perşembe

Köşe

Bugün seni görmemek için evden çıkmadım. Yalnız kalmak için evden çıkmadım. Bir demlik çay ve bir paket sigarayla başbaşa kaldım. Yapacak pek bir işim de yok. Ders çalışsaydım hiç de fena olmazdı hani, ama çok da gerek yok. Açık pencereden giren rüzgar ve güneş bana yetiyor. Çay dolduruyorum.

Bir köşede onlar için ağlıyorum.






































Siyah

Bu gece senin için sigara içtim.

Ama sen, beni düşünmeyeceksin bile.

27 Mart 2013 Çarşamba

Bilinçaltı

Uyumadan önce seni düşünmedim.

Uyandığım anda seni düşünüyordum.

Bugün senin için dişlerimi fırçaladım.

Ama ben, seninle konuşmayacağım bile.

26 Mart 2013 Salı

Temiz

Bugün senin için dişlerimi fırçaladım.

Ama sen, benimle konuşmayacaksın bile.

25 Mart 2013 Pazartesi

Elde var hüzün

Ağladığın zamanlarda arayacağın tek insan annen olduğunda dışarıdan ne kadar olgun ve neşeli görünsen de elinde kalan tek şeyin zayıf bir çocukluk ve hüzünlerle dolu bir kadınlık gururu olduğunun farkına varmak zorunda kalıyorsun.

Karşındaki insan ister istemez düşünüyor, kadınlık gururu içinde nasıl bir hüzün barındırır diye. Oluyor. İnsanın elinde başarısızlıklarla dolu bir ruh ve hayal kırıklıklarıyla dolu bir kalp kaldığında, oluyor.

Anneni seviyorsun. Babana aşık kalıyorsun. Ama başarısızsın. Neye elini atmışsan, kurumuş. Her şey solmuş. Bir telefon her şeyi değiştiriyor. Düşündükçe, anneni daha çok seviyorsun. Bazı zamanlarda o kadar yalnız kalıyorsun ki, anneni sevmek istemiyorsun. Olağan bir şekilde, seviyorsun. En olağan şekilde seviyorsun, kimse anlamıyor.

Ağlamaktan utanıyorsun. Koltuğa uzanıp iç çekerek ağlıyorsun. Islak çamaşırlarda kendini bulup, serdikçe seriyorsun. Sevdikçe, seviyorsun. Kimi sevdiğini bilmiyorsun. Kimi sevmek istediğini biliyorsun, ama o seni istemiyor. Çünkü o endişenin ne demek olduğunu bilmiyor. Parmakların acıyor. Kalem kullanmıyorsun. Sevdikçe, daha çok seviyorsun. Ağlamaktan utanırken seviyorsun. Sevmekten başka bir şey elinden gelmiyor. Bir çay bardağında bir erkek buluyorsun, ardından bir sigara yakıyorsun. Oysaki annen bunları bilse, senin için ağlardı. Senin için, bir tek o ağlardı.

Gece olduğunda ağlıyorsun. Oysa uzun zamandır ağlamamıştın. Şu hayattaki tek başarın sevmek, ve sevgilerin başka kadınların gölgesi altında kalmış. Başka kadınların. Senden farklı kadınların. Aptal kadınların. O kadınlar ki sessizlerdir, hiç hareket etmezler. Sadece sevilirler. Sevilmekten başka işleri yoktur çünkü. Sevilirken küfretmezler. Çünkü onlar sevilmemenin ne demek olduğunu bilemezler. Kötüdürler. Sen sevilmediğinde ''sikerler'' diye bağırırsın, kimse duymaz. Onlar en iyi sustukları zamanlarda duyulurlar. Bir telefon her şeyi değiştirir. Sevmek, her şeyi değiştirir.

Devrim istiyorum, diyorlar. Utanmadan söylüyorlar. Ellerinde sigara, ahkam kesiyorlar. Onlar sadece konuşuyorlar. Konuşmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Devirmenin ne demek olduğunu bilmeyen adamlar, hissetmiyorlar. Bizim yapacak bir şeyimiz yok, elimizden bir şey gelmiyor. Olmuyor. Bazen, zorlasan da olmuyor. Ellerinde kelimeler, bizi utandırıyorlar. Sevmiyorlar. Sevmekten korkuyorlar. Sevmekten korkan adamlar, devrimi nasıl yapacaklar?

Sonra bir film izliyorsun ve bir şeyi anlıyorsun ki, o şey akla zarar.

Aslında en kötüsü yalnız uyumak değil, yalnız ölmek.

24 Mart 2013 Pazar

Aşk diyalektiktir!

Aşkı en güzel anlatan en güzel parça bu değilse bileklerimi kesmeye hazırım.

Sabahları çirkin olurum.

Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi var, ama aslında tek başına yenen yemeklerin hepsinde inceden bir hüzün saklı. Burak Aksak'ın da dediği gibi, ''Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olabilmesi için masada en az iki çay bardağı olmalı.''

En geçerli mutluluk, o masada -en az- iki tane boş çay bardağı görüp de çay doldurmak için can attığın an. 

Senin hayatındaki en güzel insanlar, güzel demlenmiş bir demlik çayı paylaştığın herkes.

Aslında sevişmenin en güzel hali, kahvaltı. 

Hayatındaki en büyük başarı, uykulu gözlerle baktığın zamanlarda bile seni sevmeye devam edecek birisini bulmak.

Bu kadar laf cambazlığı yeter. Çay koyayım mı?



23 Mart 2013 Cumartesi

Aşk örgütlenmektir, bi düşünün abiler.

Hissizleşmek şiir okumayla birlikte kayboluyor. İster istemez hissediyorsun. Hissetmemek için tüm şiir kitaplarımı sandığa kaldırdım. Hislerimi sakladım. Artık onu istemiyorum.

O beni isteseydi her şey bambaşka olabilirdi. Bu da ayrı bir mesele.

22 Mart 2013 Cuma

Çember

Gerçekten istemediğin şeyleri yapıyor olmanın yanında, istemediğin her şeyin hiç durmadan gerçekleşmesi sorunu, seni asıl üzen. Seni asla anlamayacaklar. Sana karşı asla açık olmayacaklar. Seni sevmedikleri gibi, sevgini görmezden gelecekler. Endişenin ne demek olduğunu asla bilemeyecekler. Endişe etmek, bir annenin çocuğu için tedirgin olması gibi, birini gerçekten düşünüyor olmak demek. Birini düşünmek değerlidir. Bunu asla çözemeyecekler.

Bak gerçekten, tüm sorun insanların birbirini anlamak istememesi aslında. Çemberi oluşturan bizler değiliz, biz çemberin içinde sıkışıp kalmış zavallılarız, bunu anla. Dert etme, zaten her şey boka batmış durumda.

Hala neden ağlıyorsun?

Bir gün gelecek ve sen yok olacaksın. Onun umrunda bile olmayacak.

Hala neden seviyorsun?

Kaos

Artık, evimin sigara kokmasını istemiyorum. Evimde yalnızca senin kokunun olmasını, saçımda, kıyafetlerimde, ellerimde, hatta her yerimde senin kokun olsun istiyorum. Karmaşıklığından sıkılıp bekliyorum, insanlar gerçek şeyler yaşarken ağlıyorum, yapaylığımdan sıkılıyorum. Keşke bu kadar kolay olmasaydı. Keşke kolaylığında bulduğum o iğrenç zorluğu hiç yaşatmasaydın bana. Uzaksın. Sigaranın dumanı kadar yakınında, küllerinin uçuşup bambaşka yönlere savrulmasındaki gibi uzağımdasın. İstiyorum ki evim sigara değil, lavanta koksun. -Lavanta nasıl kokar, bilmiyorum.- İstiyorum ki, her şey senin için güzel olsun. Ben mühim değilim sevgilim. Aşktan daha üstün olamam, ya da senden daha önemli. Sigaralarımızı balkonda içelim istiyorum, evin her tarafında güzel nefesler alalım, havanın temizliğinde aşık kalalım istiyorum. Sigarayı falan geçelim şimdi, aşık kalmak istiyorum. Aşık olmak çok güzel bir şey çünkü. Sen de biliyorsun, kaçışlarından yorulup dinlendiğin vakitlerde sen de okuyorsun. Aşkı okuyorsun da sevgilim, niye bir bok anlamıyorsun? Anlamanı istiyorum, seni istiyorum. Seni sigaradan daha çok istediğimi fark edip art arda sigara yakıyorum. Sigaralar kalkıp gidiyor. Ki ben, gitmeleri hiç sevmem. Biliyor musun, umutluyum. Aradan bir asır geçecek ve sen bir gün ne hissettiğimi anlayacaksın. Ve o gün çok geç olacak. Ben dumanlarda boğulacağım.

Benimle tamamlanacaksın.

20 Mart 2013 Çarşamba

İkimiz birden sevinemeyiz

Bazı şeyler yalnızca iki kişiyle olurmuş.

Kafam dalgın. Dağınık. Karışıklığımdan aynaya bakacak cesaretim yok. Saçlarım dalgın. Islaklığımdan eser yok. Keşke olsaydın. Ortamın karışıklığından muzdarip bedenlerimizi yanyana getirebilseydik. Bekleyemedim. Beklenemedin. Ben gidiyorum diyemedim. Saçlarımın dalgınlığından eser yoktu o sıralar, mutluydum. Umutluca, belki fazla hayallice yaşıyordum. En azından yaşıyordum. Sigaraların ardı arkası kesilmezken, aslında var olan bağlılıklarımı düşünerek usulca ağladım. Korkuyorum. Her şeyin olması gerektiği gibi yaşanma ihtimalinden korkuyorum. Seni düşündükçe mutlanıyorum. Saçlarım kalkıp gidiyor. Saçlarımı üç numaraya vuruyorum.

Saçlarım kalkıp gidiyor. Zaten her zaman gidiyor. Gitmekten başka yaptığı tek şey de gelmemek aslında. Gazların arasında kayboluyorum. Olmak istemiyorum. Olmanı istemiyorum. Ne istediğimi bilmediğimi iddia ettiğim zamanlarda suçlanıp, idam ediliyorum. Suçlanıyorum. Var olmandan suçlanıyorum, var olmaktan suçlanıyorum. Çemberin bir türlü tamamlanamasında benim de bir parmağım varmış gibi geliyor, dağılıyorum. Hüzünleniyorum. Zikzak değilmiş bu güzelim, hayır, çemberin ta kendisiymiş. Tüm olayları bu kadar karmaşık görmemin sonuçlarına katlanıyorum. Sigara içiyorum. Kalkıp gidiyorum.

Evde kombiyi yakmıyorum. Üşümek, kendini cezalandırmaktır bir bakıma. Aptallık yapma da gel buraya. Aptalsın. Sen olsan kombiyi yakardım mesela, yıkamadığım bulaşıkları yıkardım, çamaşır makinesine kirlileri koyardım. Evi süpürürdüm belki, belki de ütü yapardım. Şimdi oturuyorum. Düşünmekten başka bir şey yapmayıp oturuyorum. Sen olsaydın kafam dalmazdı belki. Art arda sigara yakmazdım, belki sigara içmeyi bile bırakırdım. Sırf erken ölmemek için, sırf yaşamak için. Güzel yaşlanmak için. Hiçbir şeyden kaçmazdım. Sen olsaydın, ben her şeye senden önce koşardım.

Sence de hiçbir zaman olmayacak birine bu kadar laf fazla değil mi?

Evlere dağılalım.

Ölümden öte ne var?

Zaten yaşamak çok zorken, bir şeylere umutla bağlanmak imkansızken bir de bu hayal kırıklıkları çıkıyor. Seni yerle bir ediyor. Koyverip gitmek istiyorsun, olmuyor.

Ölümden daha ciddi bir şey varsa, o da yaşamanın ta kendisi.

17 Mart 2013 Pazar

Boş

Güzel abim benim, söylemeye çalıştığın şeyin herkes tarafından farklı algılandığı bir dünya burası. Burada evrensel bir dil yok, burada kadının adı yok, burada aşk denen bir şey yok. Burada herkes birbirinden nefret eder, birbirini yanlış anlar, burada aşk yoktur, aşktan korkulur, insanlar heyecanlanmaya dayanamaz, çünkü insan olduklarını hatırlamaktan korkarlar. Burada acı vardır, yoksulluk vardır, burada iyi olmayan her şey vardır be abi. Bazen iyiler gelir, iyi duygular gelir; onlar da körelir. Bir bakmışsın her şey ölü, her şey yok olmuş. Sen kalakalırsın, bir öğle vakti içindeki boşlukla yatağında yatarsın. Kimse seni anlamaz. Kimse seni anlamaz. Hala ne anlatıyorsun? Kimse seni anlamayacak. Anlamayacak. Anlatma be abi. Anlatma.

 Şaşırma güzel abim, burası böyle bir dünya. Fazla bir şey umma.

İyi şeyler anlatma bana, umudu anlatma. Umutsuzluğu anlat artık, tüm o kötülükleri, dünyanın amına koymalarını anlat, dünyanın amına koyan tüm orospu çocuklarını anlat, gerçek orospuları, günahsızlıklarını, siyaset yapanlardan bin kat daha aydın, bin kat daha insan olan orospuları anlat. Benim şu an onlardan ''orospu'' diye bahsetmemin sebebi olan insanları anlat. Aklını nasıl yitirdiğini anlat, ara sıra nasıl gerçek hayata döndüğünü, kitapları, şiirleri, çocukları anlat be abi. Hep derdik ki, ''Çocuklar olduğu sürece bu dünyada hala güzel bir şeyler var.'' Yok be abi. Nasıl olsun? Bu çocuklar kendilerine yetişkin diyenlerin, daha kendi umutsuzluklarıyla başa çıkamayan insanların elinde değiller mi? Çocukların güzelliği bizimle soluyor be abi, bizimle soluyor. Umutsuzluğu anlatsana bana, dünyanın yok oluşunu anlat, küresel ısınmayı, küresel ıkınmaları anlat, Tanrının siktir ettiği yerlerde ölen, öldürülen insanları anlat. İnsanları anlat be abi. İnsanlığı anlat. İnsanlık umutsuzlukla eşdeğerdir benim gözümde, beni bana anlat.

Beni anlat be abi. Bizi anlat.

Kayıp

''Kaybedecek neyimiz var ki?'' diye giriştiği tüm olaylar bir bir aklına geldi. Ardından, kaybedebileceği en gerçek şeyi kaybetti.

Kendini.

Üçüncü sayfa

Her şey eski zamanlardaki gibiydi. Hayvanlar, kitaplar, şehirler eskisi gibiydi. Yalnızca adamlar değişmişti. Uyku denen olgunun ihtiyaç olması bir yana, bir şeylerden kaçış yolu olduğu yalnızlar tarafından biliniyordu. Yalnızlar, sadece yalnızdılar. Yalnız adamlar eskisi gibiydi. Yalnızca, adamlar eskisi gibiydi. Kitaplara anlamlar yükleniyor, şehirler kirleniyor, hayvanlar teker teker ölüyordu. Anlaşılamamıştı. Anlatamamıştı. Yalnızlığını avuttuğu tek şeyin ciğerini karartan tütün olduğunun farkındaydı. Zordu. Unutmak, unutulmak, aklında olmak, aklında kalmak zordu. Aklına gelen şeylerden kurtulmak için bir sigara yakıp, pencereyi açtı. Unutmuştu. Ölüm sessizliğinin farklı bir boyut kazandığı evinde yalnızdı. Güldü. Birileri tarafından seviliyordu, ama onun başka bir şeye ihtiyacı vardı. Eksikliğinin dolduğu yerde, korku başlıyordu. Sigara yaktı. Dolaptan usulca birasını alıp oturdu. Birayı unuttu. Sigarayı unuttu. Her şeyi unuttu. Artık kendisi için sevmenin de ötesinde olan tek şey sevilmekti. Sevilmedi. ''Aşk örgütlenmektir, bi düşünün abiler.'' diye mırıldandı. Örgütlenecek kimse yoktu. Sigarayı unuttu. Her şeyi unuttu. Unuttuğu için kendine kızamıyordu. Unuttuğu şeyleri hatırlamak diye bir şey yoktu. Unutulan unutulmuştu. Sigara, bira yok oldu. Adamlar yok oldu. Kendisi yok oldu. Bu çarkın içinden kurtulması için gerekli olan bir adam vardı, onu bilmiyordu. Adam kalabalıktı. Sevilmedi. Zaten bir araya gelmelerine gerek yoktu. Zaten hiçbir zaman gerek olmuyordu. Oturduğu yerde yoruldu. Sigarayı unuttu. Yangındaki alevler içinde kendisini buldu. Gerçekten de ahlak, aşktan daha önemli değildi. Aşık olamıyordu. Yandı, kül oldu.

İki oda bir salon evinde tek başına ölü bulundu.

19 Şubat 2013 Salı

boşluğa düştüler
beraber
birisi çıkmak için çırpınırken
yoruldu
ötekine bir el uzandı
kalabalık oldu

boşluğun içinde
beraberken, ayrı düştüler

17 Şubat 2013 Pazar

Göğe bakamıyoruz

Çok kısa zamanda yerine oturdu her şey. Ve ben, mutlu olmaman için elimden geleni yapıyor gibiyim. Kırılma bana, üzülme. Çünkü ben o bakışları artık biliyorum. Hiçbir şey elimde değil sanki, sahip olmak için çırpındığım hiçbir şey benim değil. Şimdi ise, sahip olmak için çabaladığım tek şey, asla benim olmayacak gibi. Saatler, yıllar, başka insanlar, balıklar var arada. Ben her zamanki gibiyim, balıklar, zamanlar her zamanki gibi. Tüm kadınlar her zamanki gibi. Kendimi kandırıyorum. Çünkü ben hiçbir zaman ''her zamanki gibi'' dediğim anları yaşamadım. Her zamanım farklıydı, sigara paketlerim, içkilerim, otobüslerim, arkadaşlarım farklıydı. Eşyalara bile bağlanamazken, bir insana bağlanmaktan hep korktum. Kaybettim, yanlış insanları seçmekten kendimi alıkoyamadım. Her zaman imkansızı istedim ve olmasını bekledim, olmadı. Artık daha sabırlıyım, işleri yoluna koymaya çalışıyorum ama değişen bir şey yok. Çırpındıkça batıyorum. Hayatından geçip giden kadın, erkeğin hayatını şekillendirir, derler. İster inan, ister inanma, seni şekillendiriyor. Zaten her şey yine burda başlıyor. Tek istediğim benimle şekillenmen, bana inanmandı. Ama ben daha kendime inanmazken, seni kendime nasıl inandıracaktım? Korkuyorum. Bencilliğimle yüzleştim, tüm bunları senin fark etmenden korkuyorum. Aslında mutlu olmanı istiyorum, gece yattığımda senin mutluluğunun benim mutsuzluğum olduğunu fark ediyorum. Elimde çok fırsat var, çok fırsat var, çok fırsat var. Ama ben artık hiçbir şey istemiyorum.

Mutluluklar.

''Mutluluk,
Diyordu adam,
Her konuda
Tekrara düşecek kadar
Rahat olmak.

Rahatsın,
Diyordu kadın,
Ama o sırada
Birdenbire
Odayı
Sözgelimi
Brezilya'ya
Çevirir
Bir çiçek.

İyi niyetlidir musluk,
Diyordu adam,
Yüzüne çarptığın
Ve içtiğin su
Aynı serinliktedir.

Mutluluk mu,
Diyordu kadın,
Mutluluk:
Açan tütün
Körelten tütün.''

8 Şubat 2013 Cuma

Umarım herkes bir gün, sigarayı bırakacak kadar çok sevilir.
14 Şubat'ın gereğinden fazla abartıldığını düşünerek geçirdiğim bi akşam sonrası kendimi korku içinde buldum. Uzun zamandır duygusal boşluğumu dolduracak birini bulamadığım için fazlasıyla üzülürken, insanların sevgilileriyle beraber vakit geçirecekleri bir günün beni neden bu kadar rahatsız ettiğini düşünmeye başladım. Sinir olduğum şey, insanların sanki başka hiçbir sorunları ya da hiç kimseleri yokmuş gibi davranmaları; beni korkutan şey ise, duygusal boşluğumu nihayetinde doldurduğumda benim de onlardan biri olma olasılığımdı. Her normal insan gibi birine ihtiyaç duyarken, yersiz korkulara kapılıyor olmamız zayıflığımızdan mı, yoksa fazla düşünceli olmamızdan mı kaynaklanıyordu, çözemedim. Her iki ihtimalde ise insan zayıflığının tüm belirtileri ortaya çıkıyordu ve her olasılıkta bir şeylere ve birilerine ihtiyacımız olduğu kesindi. Bunlardan kaçmamıza imkan yoktu, ama hepimiz birbirimizden kaçarken bir yandan da ihtiyacımız olan şeyleri kovalamamızın imkanı neydi? Yoksa hepimiz Martin Buber'in dediği gibi 'o'nda mı oluyorduk?

Belki de yalnızca aptalların mutlu olabildiği, diğer tüm insanların umutsuzca bağlanacak bir şeyler aradığı modern çağda hepimizi kurtaracak şey dünyanın buharlaşıp yok olmasıydı.

Tanrı gerçekten varsa yapacağı en akıllıca şey bu olacaktı.

31 Ocak 2013 Perşembe

Kendisine bile dürüst olmayı beceremeyen bir insan, sevilmeyi nasıl bekleyebilirdi?
Her şeyi yok ettim. Tüm yazıları, tüm telefon numaralarını, tüm adresleri. Evimi değiştirdim, arkadaşlarımı değiştirdim.

Ama bu şehirden kurtulamadım.