30 Nisan 2013 Salı

Uyku

Uyku tutmadı. Kaçıncı kahvemi içtiğimi bilmiyorum. Keşke yalnız olmasaydım.

İstanbul beni korkutuyor. Hiçbir zaman yeterince cesur olamadım. Aslında hayatımda 'yeterince' olan hiçbir şey olmadı.

Ben uykuyu tutmadım. Anlaşamadık, ayrıldık.

Sen de beni tutma n'olursun, geç kalıyorum. Bu tek kişilik bir gösteri. Sana yer yok.

Sana yeterince yer yok. Benden de geriye birşey kalmadı zaten.

Kaçıncı kahvemi içtim bilmiyorum. Sigara içmiyorum. Evden dışarı çıkmıyorum. Ama gelişme var, perdeleri açıyorum. Ardından pencereleri. Oksijene izin veriyorum.

Eskisi gibi değilim.

Bugün kahve vardı. Açık pencereler vardı. Sana gerek yoktu.

Olsaydın kalabilirdin belki, kim bilebilir. Bir yerlerde boşluk bulabilirdim.

Geç kalmak bazen iyidir, olsaydın geç kalabilirdim mesela, belki de hiç gitmezdim. Diğerleri umrumda olmazdı.

Olsaydın umrumda olan tek şey sen olurdun, belki ara sıra boğulurdun ama hoşuna giderdi.

Sürekli anlatmaz, sürekli dinlerdim. Olsaydın.

Geç kalmak bazen gerçekten iyidir, ben erkenciyim.

Oksijen bana iyi gelmiyor.

Kendimden sıkılıyorum.

Mesela olsaydın seni kendimle sıkardım. Seni sımsıkı sarardım.

Benden sıkılman beni üzmezdi emin ol. Bir insan kendinden sıkılabiliyorsa diğer hiçbir şey onun canını acıtamaz çünkü.

Sen benden sıkıldığında ben kendimi sevebilirdim. Malum, şimdilerde pek sevemiyorum.

Olsaydın, diyorum.

O zaman olmak istemedin, bundan sonra da ister misin bilmiyorum.

İstemen yeterli değil. Vakit geldiğinde, 'ol' istiyorum.

29 Nisan 2013 Pazartesi

''Halk aşksızsa sokaklar banka dükkanlarıyla doludur.''

Bunalımlı zamanlarım geldi. Depresyonda olmasam da dipte ve sonda olduğum aşikar.

Sonum geldi.

Yanlış anlaşılmasın, yaşamayı seviyorum. Hayatın kendisini değil belki, ama yaşamak güzel. Güzel olduğunu düşünmekten başka bir şansım da yok. Zaten eğer bu şansın olduğunu düşünseydim çoktan ölü olurdum. Yaşarken tadına varamasam da eve gittiğimde kendimi mutlu hissettiğim günler var. Keşke mutlu hissettiğim günlerin gecesi için de aynı şeyleri söyleyebilsem. Bugünlerde uyku düzenim boka sarmış durumda. Vücudum ve ruhum işbirliği içinde beni umursamamakta kararlı. Sabahlara kadar oturuyor, öğleden sonraya kadar uyuyorum. Yiyip içip tekrar yatıyorum. Kaçacak delik arıyorum. Ev benim için kaçılacak yer değil, kurtarılmayı beklediğim yer olarak şekilleniyor. En kısa zamanda kayıp ilanı hazırlayıp belirli yerlere dağıtmak istiyorum. Aslında tek bir yere. Beni bulan haber versin, diye. Bulsun diye.

Bugün kabuğumu kırıp Ankara'nın gidilebilecek en güzel yerlerinden birine gitme cesaretini gösterdim. Botanik. En güzelinden dostlarla. Var olabilecek en hoş gündü. Atakule'nin batışının kokusu etrafa yayılmıştı. Çocukluğumda Atakule vardı. Ben büyüdüm ve artık yok. Sanırım bu değişimlere alışmam gerekecek çünkü gün geçtikçe dünyanın en klişe söz öbeklerinden birini iliklerimde hissediyorum.

Biz büyüdük ve kirlendi dünya.

Bu durumun tüm zamanlarda yaşandığı inancındayım, her insan büyüdüğü zaman dünyayı daha kirli olarak görüyor. Gittikçe kötüleşen bir şeyler var, o kesin. Ama dünya mı, insan mı? Dünyayı kirleten şey insanın ta kendisi olduğuna göre cevap belli. Mesela insan büyüdüğünde çocukluğun nasıl bir şey olduğunu hatırlamıyor, çocukluk o zaman ancak sokaklarda göründüğü kadar biliniyor. Çocukluğun masumiyetini bildiğimiz halde kendimizinki hatırlayamazken hala temiz kaldığımızı nasıl savunabiliriz ki?

Botanik. Orda Ankara 'nın diğer gerizekalı parklarındaki gibi bir durum söz konusu değil. Diğer parklarda samimiyetsizlik var, Ankara insanının beton yığınlarından başka bir şey göremiyor olmasını suistimal ediyorlar. Her yerde gereksiz bir su, her yerden bir şeyler fışkırıyor. Gereksizliğin en çarpıcı örnekleri. Mesela Vadide o kadar çok su var ki, soğukluğu morgdan beter resmen. Botanik daha sıcak. Kötünün iyisi. Bir havuz var sadece ama gözüne batmıyor o kadar. Bol yeşillik. Huzur verici. Sessiz. Ve en önemlisi çok insan yok.

Daha fazla insan yüzü görmek istemiyorum artık, diye haykırmıştım bir ara. Arkadaşlarım böyle bir şeyin mümkün olamayacağını anlatmaya çalıştılar bana dakikalarca. Ankara'da yaşayanların anlaması lazım diye düşünüyordum ama bu durumun kişiden kişiye değiştiğini anladım. Ankara'daki sorun insandan başka görebileceğin bir şey olmaması. Hatta bakabileceğin. Gözünün değebileceği başka bir şey yok. Sokağa çıktığında binadan, abuk sabuk parklardan ve insanlardan başka bir şey görebilen lütfen bana ulaşsın. Her yer insan. Memurlar ve diğerleri. Mutlu olmaya çalışanlar, mutlu görünmeye çalışanlar, mutsuz olanlar, mutsuzluklarının hıncını başkalarından çıkaranlar, sevimsizler, sevimsizler, sevimsizler.

Perdelerim hala kapalı. Sigara kokusunun dağılması için pencerelerim ara sıra açılıyor, yalan yok. Bugün tüm bu düşünceler aklımdayken kendi düşüncelerimin yansımasını şurada buldum. Mutluyum, çünkü yalnız olmadığımı biliyorum. Arkadaşlarım, okuduklarım, izlediklerim kendimi kalabalık hissetmeme neden oluyor. Belki de hayatımda ilk kez, yalnız hissetmiyorum.

1 Mayıs'ta İstanbul'a gidiyorum. Ama bu sefer farklı olan ilk durak Taksim değil, Kadıköy. İdeolojimin ''pratikte'' sönmüş olması benim suçum değil. Bu konuda halkımıza danışın.

Mutlu olmaya çalışın. Ben deniyorum.

27 Nisan 2013 Cumartesi

Falsely yours

Şöyle esprili şeyler yazayım diyorum, saniyeler sonra hevesim kaçıyor.

Evden çıkmayışımın kaçıncı saatindeyim bilmiyorum. İliklerime kadar yalnızlık doldum.

Canımı sıkan ufak tefek şeyler vardı. Bunları çok güzel biriktirdim ve şimdi önümü göremiyorum. Yazdıkça siliyorum, yaptıkça yıkıyorum. Aradığım bir şey var, aramaktan vazgeçmiyorum.

Önümü göremiyorum. Bulamıyorum.

Bir ara ders çalışıyorum, başıma garip bir şey geliyor. Bir an için aramayı bırakıyorum, huzurlu bir şekilde etrafıma bakıyorum. Ve bum!

Buluyorum. Aramaktan vazgeçtiğim o anda buluyorum. Bulmak istemediğim o anda buluyorum. O anı kaybetmek istemiyorum.

Saniyeyle kaçırıyorum. Artık tedirginim.

Göz göze gelişimin bilmem kaçıncı boktan saatindeyim bilmiyorum. Sanırım o bakış eve kapanmamla aynı saatlere denk geliyor. Hatırlayamıyorum.

O gün kahve var. O gün sigara var. O gün hava güzel.

Çiçek satan birini görüyorum. Kaçmak istiyorum ama kaçamıyorum. Kendimi iyi hissetmiyorum. Adam önüme çıkıyor, kabus gibi. Çiçeği bir hışımla uzatıyor, kırmızı bir gül, ellerini göğsümde hissediyorum. Elini uzatacak başka bir yer bulamadın mı gerizekalı, diyemiyorum. Uzaklaşıyorum. Bir ara keyifliyim, gülüyorum. Adam yine geliyor. Çiçeği önüme fırlatıyor. Bu kadar güzel bir varlığı, bir çiçeği, bu kötülüğe nasıl alet edebiliyor, şaşıyorum. Güzel şeylerin kirletilmesine alışamıyorum. Kadınlığımdan utanıyorum.

Bir bank var. Bir şey gibi kötü. Alışmazsam birçok şeyi kaybedeceğimin farkındayım. Şu sıralar hissettiğim şeyleri yazmak diğer her şeyden çok daha kolay.

''Kolaylığından sıkılıyorum.''

Hava güzel ama üşüyorum. Perdeler kapalı.

''Kurtulmak elimden gelmiyor.''


25 Nisan 2013 Perşembe

Sağ

Sırf daha rahat uyumak için banyoya girdiğim geceler var. Bazen.

Uyuyamayacağımı anladığım zamanlar da var. Çoğunlukla.

Sıcak sudan korkuyorum. Ilık her zaman daha iyi benim için. Annem yüzünden. Çoğu şey annem yüzünden, ama bu konuya girmek istemiyorum. Küçükken beni banyoya sokup yıkadığı zamanlarda bir şey derdi. Kötü. ''Fazla sıcak çok da iyi değil, şey için.'' Ne için?

Sonradan anladım, bekaretimi kastediyordu.

Sıcak sudan korkuyorum. Çocukluğumu pek de sevdiğim söylenemez.

Bu aralar hiçbir şeyi unutmuyorum, ev işi yapıyorum mesela, biten kahvaltılıkları yeniliyorum. Unutmuyorum. Hiçbir şeyi unutamıyorum. İnsanın kendi kendini yormasını kendinden nefret etmesi için bir numaralı neden olarak görüyorum.

Annem yüzünden. Annem de kendini yorardı. Ben çocukken. Asıl sorun kendini yorarken beni de yorardı. Yormaya devam ediyor. İki kat yorgunluk psikolojime iyi gelen bir şey değil. Ama ara sıra mutlu da oluyorum. Gülüyorum. Mesela.

Çoğu zaman işler yolunda gitmiyor. Ve yine çoğu zaman suçlusu ben olmuyorum. Karşıma çıkan insanlardan iğrenmeye başladım, nefret de değil bu, sadece uzaklaşma isteği; çünkü bana iyi gelmiyorlar. Sanırım artık insanlardan da korkuyorum. Sigarayı bırakamıyorum. Daha doğrusu bırakmak istemiyorum. Bir şeylerden kaçmaya çalışıyorum ama yanılıyorum. Dumanda kaybolma aşamasını çoktan geçtim, sanırım boğuluyorum. Gece olduğunda ara sıra yaşadığım mutlulukları hatırlamakta güçlük çekiyorum. Yitik biriyim, artık kabullendim. Kendimi kurtarmaya çalışıyorum.

Tanrı gerçekten varsa muhtemelen o da benden nefret ediyordur ama Tanrının varlığına inanmıyorum. Yalnız hissetmeye, bir şeylerden birine ihtiyaç duymadan kurtulmaya çalışmaya öylesine alıştım ki, Tanrı karşıma çıkıp ''merhaba'' bile dese, onu hissedebileceğimi sanmıyorum.

Daha düne kadar nefret duyduğum her şey bugün midemi bulandırıyor. Değişmeye alıştım. Evime getirdiğim tüm canlılar öldü. Geriye bir tek ben kaldım.

İyi geceler anne, kalan sağlar bizimdir.

23 Nisan 2013 Salı

Algı

Korkularım var. Bugün hava güzel.

Dışarı çıkıp yürümek istiyorum. Ama korkuyorum.

Gitmekten, gelmekten korkuyorum. Saki döndüğümde her şeyi değişmiş şekilde bulacakmışım gibi.

Her şey değişmiş, hiçbir şey eskisi gibi değil.

Değişimden korkmuyorum. Ama bir yanım da değişmekten korkuyor gibi.

Sigara paketini çöpten çıkartıyorum.

Ders notları üstümü örterken birini görüyorum. Görmek istemediğim birini.

Birileri bana kötü geliyor. Bilen bilir.

Üzüntümü saklamak için sigara içiyorum, kafam yerinde değil.

Hava güzel. Ben kendimi kandırıyorum.

Yaşamayı bilmiyorum.

İnsanlar her istediğini özgürce söylüyor gibi. Bazı insanlar.

Ben ağzımı açınca yangın çıkıyor gibi, insanlar üstümü örtüyor.

Ağzımı kapatıyorum, korkuyorum.

İnsanlar istediği gibi yaşayabiliyor, bir şeyler yapıyor ve tam aksi şeyler söylüyor ve ben bu çelişkiden korkuyorum.

İnsanlar ''düşünüyorum'' dedikleri şekillerde yaşamıyor.

Ben ağzımı açıyorum, binlerce kelime çıkıyor, hepsini yutmak zorunda kalıyorum.

Onlar ağızlarından çıkan tek kelimenin doğru olduğunu inanıyorlar.

Kendilerine inanıyor ve mutlu oluyorlar.

Böyle insanlık istemiyorum.

Hiç nefret dolu bir korkaklık yaşamış mıydın? Emin ol, oluyor.

Hava güzel.

Kimsenin bir bok anladığı yok, diyorum.

Tezer Özlü beni anlıyor.

Göz kırpıyorum.






22 Nisan 2013 Pazartesi

Çok iyi de oldu çok güzel iyi oldu tamam mı?

Kendi gölgemle kavga eder hale gelişimin bilmemkaçıncı boktan günüyken sabahın köründe azimle uyandım.

Kahvaltı vardı.

Şöyle bir şey vardı.

Sigara yerine kahve vardı.

Çarpıntılarım başladı, bak yalan söylemiyorum, sigara bana çok yararlı bir şeydi.

Perdeyi aralayıp dışarıyı süzüyorum. Karşı binadaki teyze henüz uyanmamış. Uyansaydı bilirdim, evin içinde mi yoksa balkonda mı yaşıyor, hala bunu anlayan olmadı çünkü. En yalancısından bir güneş ışığı vuruyor gözüme, güneş değilmiş, yalnızca ışık desek daha doğru olur sanırım.Gökyüzü çok gri, Ankara gibi. Dışarının sessizliği her halinden belli oluyor, insanlar ölmüş olabilir. Hava bok gibi. Hava kurşun gibi ağır. Ankara'yı sabahları hiç sevmiyorum. Geriye kalan hangi zaman dilimlerinde sevdiğim büyük merak konusudur, bunu başka bir baharda açıklamayı düşünüyorum.

Bu aralar her şeyi o kadar çok düşünüyorum ki bu kadarı bana bile fazla artık. Tamam düşünmek benim işim, en ince ayrıntısına kadar, ama gerçekten de bu durum hiçbir zaman beni bu kadar rahatsız etmemişti. Artık yoruluyorum sanırım. Yaşlanıyor muyum, yoksa gençliğimi yeniden keşfedip yenilenmeye mi çalışıyorum anlamadım ama yorgunluk artık ağır gelmeye başladı. Bu işten nasıl kurtulacağımı bilmiyorum.

























Sanırım son yıllarda tüm ümitlerimin bağlandığı en güzel şeye bir kez daha merhaba dersem tüm sorunlarım çözümlenecek: İstanbul.

Merhaba İstanbul.

Taşı toprağı altın mı, yoksa ben zavallının teki miyim çözemedim ama İstanbul'da bulunduğum en kısa zaman dilimlerinde bile mutlu olacağıma inanıyorum, kişisel felsefem. Aslında yalan da değil. Orada olunca bir şey oluyor, iyi bir şey, denizinden midir, karasından mıdır bilmem. Sanırım İstanbul bahane, değişim ve yenilik insanı bu kadar güzel hissettiren. Bir de söz konusu olan çok güzel bir şehir olduğunda tüm bu duygular ikiye katlanıyor.

Bugün dışarı çıkma günü. Bugün okula gitme ve ders çalışma günü. Ve aramızda kalsın, hiçbir zaman avukat olamayacağım.

Yorumlamam bu kadar. 

21 Nisan 2013 Pazar

Just like a woman

Bugün müziği yaşamıma tercih ettim. Dinlediğim şeye o kadar konsantreydim ki yoldan karşıya geçerken etrafıma göz ucuyla bile bakınmadım.

Ölebilirdim. Ölmedim.

Günlerim mutlu gibi. Yine de bazen bunalımlara giriyorum, anlamaya çalışmaktan da vazgeçtim. Artık sadece müzik dinliyorum. Kahve içiyorum mesela. Dylan bana iyi geliyor.

Yazmak için kendimi zorladığım zamanlar var. Beynimin bir şeyin üstünden yüzlerce kez geçmesinin ardından yaşadığım kafa yangınları. Yoruluyorum. Unutuyorum. Artık kolay unutuyorum ve bu durum benim canımı sıkıyor. Yüzünü hatırlamak için kendimi zorluyorum mesela. Konuşurken aldığı şekli hatırlamıyorum, anlatırken yaşadığın heyecanı hissedemiyorum. Kimse bilmez, bir kere ağlamıştın, üzülmemiştim. Aksine sevinmiştim, belki gelir diye beklemiştim, o zamanlar aptaldım, bilirsin. Bir kere ağlamıştın ama sen bilmezsin, dedim ya, kimse bilmez. Yaşlar vardı, acı yoktu. Ağlamadım desen inanmam, bu aralar kendimden başkasına inanmıyorum çünkü. Konuşmaman lazım. Yüzünü bile hatırlamadığım biriyle sohbet edemem, susman lazım. Seni unutmaktan kastım bu değildi, hatırlamam lazım.

Yapamıyorum. Beynimin eriştiği nokta beni bitiriyor. Mesela. Sigara içerken her şey daha kolaydı. Sigara içerken sigaradan başka hiçbir şey yoktu. Sigara sağlığa zararlı, bana yararlıydı. Sevilme konusuna gelince, bu işte benden daha beter kimse yoktu. Belki de vardı. Umrumda olmadı.

Kendime iyi gelmiyorum. Haykırasım var.














Kendime üzülmekten daha iyi yapabildiğim tek şey sana acımak. Acıyorum, hatırlayamadığım bir adama acıyorum. Hatırlamamak değil, kendimi kandırıyorum. Yine. Tanımadığım bir adam.

Tanımadığım adam.

Temizlenmiş ciğerlerime öksürükler doluyor. Boğuluyorum. Seni tanımıyorum.

Haykırıyorum.

İyi geceler.

19 Nisan 2013 Cuma

Perdeler açık

Bugünlerde film, dizi, müzik ve kitap var.

Sigara yok. Narlı bira çok güzel bir şey.

Bugünlerde ev var, gerginlik yok.

Evden çıkmayışımın ikinci gününde tüm insanlıktan uzakta olmamın şerefine kahvemi yudumluyorum.

Artık acı çekmiyorum.

Acı çekiyor olsaydım buraya daha farklı şeyler yazıyor olurdum, bilirsiniz.

Artık o kadar yorgunum ki tüm acılarımı insanlığa bırakıyorum.

Filmler dedim, müzik dedim, baya güzel gidiyor hayat, nasıl gitmesin.

Zamanla unutuyorum. O kadar güzel unutuyorum ki ilerde yaşadığımı bile unutmaktan korkuyorum.

Dışarı çıktığımda hatırlamaktan korkuyorum mesela

ya da kahvem bitttiğinde.

Ya biterse?

Hatırlamamam lazım da, ciğerlerim solgun, kalbime baskı yapıyor.

Atışlar yavaşlıyor.

Artık düşünmek bile istemiyorum. O sigara paketini görebileceğim bir yere koy.

Sigara paketiyle beraber istemediğim her şeyi çöpe atıyorum.

Sanırım yeniden başladım, kendimi seviyorum

gibi.

13 Nisan 2013 Cumartesi

Acı

Masumiyetimi kaybedeli yıllar oldu. Artık sadece midem ağrıyor.

Kendi içimdeki pisliği gördüm. En derinini, en koyusunu. Bundan sonra hiçbir şey aynı olmayacaktı. İnsanlara yakın olduğum zamanlarda bile onlardan kaçmaya çalışmam bundandı. İşin aksi tarafı, kovalanmak bile istemiyordum. İlgiye değil, yalnızlığa ihtiyacım vardı. Bazı zamanlar.

Güvenmemeyi öğrendim, güvenmeyi öğrenemedim. Mesela. Sigarayı bıraktım. Alkolü sevdim. Hiç oldum, mutlu oldum, keyiflendim, sıkıldım. Tüm duyguları yaşadım ama kaybolmamayı öğrenemedim. Kayıptım. Elimden bir şey gelmiyordu. Di-li geçmiş zaman.

Güvenmek istiyorum olmuyor. Sevmek istiyorum, olmuyor. Sigarayı bırakıyorum, alkolü bırakıyorum, sebzeler yiyorum, sağlıklı besleniyorum, senin için besleniyorum, senin için çabalıyorum, ben her şeyi yapıyorum da ruhum temizlenmiyor, ben ağlıyorum. Ağlamaktan başka elimden bir şey gelmiyor. Bu arada merhaba, seni seviyorum.

Sen gülmeye devam et. Gülmeye devam et. Sen kazandın. Şimdilik. Gün gelecek, ağladığım günlerde ağzını keyifle ayırdığın her dakikanın acısını çekeceksin, biliyorum. Düştüğün o bok çukurundan kimse çekip çıkarmayacak seni, kimse seni anlamaya bile çalışmayacak. Nefes bile alamayacaksın, bana muhtaç kalacaksın. Ne komik. Aklına düşeceğim, ama beni bulamayacaksın. Çünkü o zaman bir yerlerde ölü bulunacağım.

Beni bırakıp, kendini kurtaracaksın.

4 Nisan 2013 Perşembe

''Başının o ağrısı beni görüncedir.''

Seni görmediğim halde başımın ağrıması hayra alamet değil.

Seni görmüyor olmamın beni iyileştirmesi gerekirken gittikçe dibe batmam hiç normal değil.

Dipteyim ve başım ağrıyor. Bu boktan eve tıkılıp kaldım.

-Hayır hiçbiri benim suçum değil, inanmazsan anneme sor.

Aslında ev çok mühim, kapısını kilitleyip pencerelerini açmalarım çok vahim. Çünkü ben böyleyim, yapacak pek de bir şeyim yok. Hepsi kendimi bir duruma soktuktan sonra nefes alamamalarım gibi. Hepsi biraz ben, biraz sen gibi. Yerdeki sigara külleri gibi.

Külleri temizliyorum.

Artık sarhoş olamıyorum.

Başım ağrıyor.

Aslında ben hiç büyümedim.

Hepsi benim suçum.

Senin beni çatır çatır sev-e-meyen tüm hücrelerini çatır çatır sikeyim.

2 Nisan 2013 Salı

Ben senin yerine de küfürler ediyorum ama sen hiç duymuyorsun.

Nasıl olacak bu iş?
Annemle bile birbirimizi bir türlü sevemediğimiz bazı anlara sahip olan bir dünyada, seninle sevişebilmemiz imkansıza yakındı.

İmkansız denen bir şey gerçekten de vardı.

Uyandığımda yalnız olacağımı bildiğim her gün yüzümdeki makyajla yatıp, sabahları çirkin kalkıyordum. Sen yokken çirkin olmamın bir önemi olmuyordu.

Keşke hayatımdaki en büyük sorun çirkinliğim olsaydı.

Seni görebilme umuduyla yüzümü yıkadığım günleri severdim.

Keşke sen de sevseydin.
Uykusuzluktan ayaklarım titriyor ama ben uyumak istemiyorum.

Çünkü yarın gelip de bulamamak var.

Dayanacak gücüm kalmadı.

İyi geceler.