9 Şubat 2014 Pazar

Beyaz

Küçüğüm. Evde yine gürültü var. Babam bağırmaya kaldığı yerden devam ediyor. Üç oda bir salon evlerimize mutluluğun uğradığı zamanlar pek az. Mutsuzluğu ilk defa annemin gözlerinde görüyorum; büyüdükçe gözlerim onunkilere benziyor. Annem temizledikçe, babam daha çok bağırıyor. Babam hiç büyümemiş, bağırarak annemi değiştirebileceğini sanıyor. Annem üzüldükçe daha çok temizliyor, temizledikçe bana daha çok bağırıyor. Sinirini çıkaracak benden başka kimsesi yok. Annem kimsesiz hissediyor.

Okumayı söktüğümden beri kendimi annemi anlamaya çalışırken buluyorum. Her gün saatlerimi o bembeyaz banyoda yarı çıplak halde el yıkayarak geçiriyorum. Ellerim her gün daha da beyazlıyor. Burada yaşadığımız deliliğe şarkılarla eşlik ediyorum. Banyo, sesimi güzelleştiriyor. Sesimin güzel olduğuna inanıyorum. Banyonun bu kadar beyaz oluşu beni utandırıyor. Kendimi kirli hissediyorum. Ellerimizi yıkıyoruz, defalarca, sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi saatlerce ellerimizi yıkıyoruz. Sayısız kavga ediyoruz, sanki birbirimizi öldürecekmişiz gibi saatlerce kavga ediyoruz. Geceleriyse, sanki hiçbir şey olmamış gibi birbirimizi sevmeye çalışıyoruz. 

Bazı zamanlar ağlıyorum. Ben ağlayınca, babam bana da bağırıyor. Gün geçtikçe içimi çeke çeke, sessizce ağlamayı öğreniyorum. Tanrıya inanmıyorum. Hayatım çabalamakla geçiyor. Okul dönüşlerinde annem evdeki işlerini bitirmemişse, dışarılarda geziyorum. Gezmek hoşuma gitmiyor ama sokaklardan başka gidecek başka yerim yok. O günlerde sokakları sevmeyi öğreniyorum. Evi kirletmemek uğruna yıllarca dizlerimin üstünde ödev yapıyorum. En nihayetinde lisenin ortalarında bir masam oluyor. Her şeyden uzakta, yalnızca kirliyken dokunabildiğin, belli belirsiz çiçekli bir örtüyle kaplı, tüm kitaplarımı bağrına basan ufacık bir masa. Kendimi o masaya ait hissediyorum.

Gün geliyor, büyüyorum. Artık önce anneme, sonra kendime üzülüyorum. Tek başıma, iki oda bir salon bir eve geçiyorum. Ev o kadar sessiz ki, insanın ölesi geliyor.  Hiçbir şeyi yanlış yapmadığım halde yalnız bırakılarak cezalandırılmış gibiyim. Alışmak zaman alıyor. Ellerim yavaş yavaş normale dönüyor, artık anneme daha az benziyorum. Zaman geçtikçe yalnızlığa da, yokluklarına da alışıyorum. Ara sıra özlüyorum, sonra geçiyor. Annem ara sıra yanıma uğruyor. Bana hala ‘’Nasılsın?’’ demek yerine‘’Ellerini temiz yıkadın mı?’’ diye soruyor. Anneme benzemekten korkuyorum.

Ellerimi temiz yıkamıyorum.

19 Ocak 2014 Pazar

Kedi

Gözlerimi açtığımda yine yanımdaydı. Sanki, o her şeyde kapıldığı suçluluk duygusu yüzünden beni yalnız bırakmamaya çalışıyordu. Üzgün bir kadındı. Fazlasıyla yalnızdı. Hiç olmayacak şeyler düşlüyor, sonra bu imkansızlığını düşünerek kendi kendine sövüyordu.

‘’Oğlum, beni seviyor musun?’’diye sorduğu her an, gerçek bir cevap alacakmış gibi umutla yüzüme bakardı. İşin aslı, tüm bu yalnızlığını benimle gidermeye çalışıyordu. Benimle konuşmaya çalıştığı anlarda sırf onu daha fazla mutsuz etmemek adına miyavlıyordum. Bunun ona yetmesi gerekiyor, fakat çoğu kez benim bu düşüncelerimden bihaber bir şekilde mutsuzluğuna kaldığı yerden devam ediyordu. Bir gün her zamanki gibi kumumu temizledi, yemeğimi kabıma koydu. Bana çocuğuymuşum gibi davranır, benimle ilgili şeyleri asla aksatmazdı. Ağır ağır yürüyüp bana doğru eğildi; bir şeylerin yolunda gitmediği suratından belli oluyordu. Beni öptü ve odadan ayrıldı.

Bazı günler eve annesi uğrardı. Bir araya geldiklerinde kavga etmekten başka bir şey yapmazlardı. Kadın, sevgisizliğini annesinden almıştı. Sevgisizliğinden dolayı yaşamak istemediği günler o kadar fazlaydı ki, bu yaşına kadar hayatta kalabilmesine şaşırıyordum. Orta yaşlı ve bekardı. O kadar çok sigara içiyordu ki, sigara dumanı kaplı havayı soludukça ben bile kanser olmaktan korkuyordum. O, korkusuzdu. Sigaranın kendisini ait hissedebildiği tek şey olduğundan ikimiz de hemfikirdik. Ama bir yandan da kurtuluşunu sigarada görecek kadar aptaldı. Çoğu kez bana imrendiğini dile getirirdi. Eve uğrayan samimiyetsiz arkadaşlarına: ‘’Keşke kediler gibi olabilsek, kendileri için önemli olan tek şey var oluşları; kendi hayatlarından inanılmaz derecede bir keyif alıyorlar. Ben de kendimi sevebilmek isterdim.’’ derdi. Bu umutsuz vakaya arkadaşları bile katlanamıyorken, ben katlanıyordum. Benim için önemli olan tek şeyin var oluşumdan öte, kendisi olduğunun farkında bile değildi. O zaten, hiçbir şeyin farkında olmak istemezdi. Sigara içerek kendisi için mühim olan tek şeyi, ölümü beklemekteydi.

Dışarıdaki ayak sesleri kesildi. Saatler geçmesine rağmen yanıma uğramamıştı. Açlığımı endişe bastırdı. Daha yüksek tonlarda miyavlayarak dikkatini çekmeye çalıştım. Gelmedi. Çevik bir hareketle kapı koluna atlayarak kapıyı açmaya çalıştım. Birkaç başarısız denemeden sonra nihayet dışarıdaydım. Gördüğüm şey beni şaşkınlığa uğrattı. Hayatta önemsediğim en değerli varlık yerde hareketsizce yatıyordu. Yüzünü yalayarak uyandırmaya çalıştım. Nefes almıyordu. Sonunda hayatındaki ilk başarıya imza atarak, en büyük hayalini gerçekleştirmişti. Bu onun için, geçmişinden bir öç alma faaliyetinden ibaretti. Hüznümden ne yapacağımı şaşırarak, açık olan balkon kapısına doğru yol aldım. Acı bir miyavlama eşliğinde evi terk ettim.

Biliyordum, ben de ölecektim.

4 Ocak 2014 Cumartesi

Tanrı

''ben eğilmem gündüz ama
geceleri kanatırım kendimi''

Uyanıyorum. Kabuslarımın altında çocukluğum yatıyor. Beynimle kalbim yer değiştirdiğinden beri huzursuzum. Uykusuzluk, düşünememe hali. Mutluluk, uykusuzluğa bağlı. Sigara içmekten, yaşamaya vakit kalmıyor. Kaçmaya çalıştığım her dakikayı uykuya ayırıyorum. Güzel olmayı beceremiyorum, gözlerim içine göçüyor. Gözlerimi kaybediyorum. Sanki bu evin içinde hiçbir zaman mutlu olamayacağım. Bir şeyler tersine gidiyor. Zaman zaman mutluyum. Hissetmiyorken mutlu olmak kolay geliyor. Mutlulukla aramın iyi olduğu vakitler eve dahil değil. Mutlu olduğum zamanlar benden hariç. Çocukluk hüznümü atamıyorum. Yazamıyorum. Ellerim kalem tutmuyor. Evden çıkmak bana göre değil. Evden ayrılıyorum. Soğuk, bana cehennem gibi geliyor. Eğer bir cehennem varsa buzlarla kaplı olmalı diye düşünüyorum. Düşüncelerim umrumda değil. Herkes içten içe karşısındakinden daha üstün hissediyor. Üstün olamıyorum. Her zamanki gibi, geriden geliyorum. Bazı zamanlar hayal kuruyorum. Kurduğum hayaller kabuslarla yarım kalıyor. Hayal kurabilen adamlar soğukta kavruluyor.  Tanrı varsa biliyordur, iyiyim. Her zamankinden daha iyi, daha masum hissediyorum. Yetmiyor. Masumiyet hiçbir şeye yetmiyor. Kendimi bile tanıyamazken karşımdakini tanıyabilme ihtimalimi düşünüyorum. Tanıyamıyorum. Tanrı varsa biliyordur, sigara güzel bir şey. Sen daha güzelsin. Olsan, her şeyden daha güzel olursun. Yetemiyorum. Dışarıda birileri ölüyor. Tanrı varsa, yalnızca izliyor. Küçüğüm. Tanrı benden daha çocuk. Çocuk kalmak istemiyorum. Her şey annem yüzünden, hep onu suçluyorum. Suçlayacak başka kimsem yok. Ölüyorlar. Gün geliyor ben de ölüyorum. Yaşama ihtimalim yok. Kalamıyorum. Daha fazla kalırsam, daha fazla şey umacağımı biliyorum. Ummak bana iyi gelmiyor. Hüznümü atabildiğim zaman mutlu olacağım.

Haydi bir sigara yakalım.


20 Aralık 2013 Cuma

Suçlu

Yorgun olmasaydım dünyayı kurtarabilirdim. Hayatım kontrolden çıktığından beri hızlı ilerliyorum, süslü cümlelerle aram pek kötü. Kısa cümleler kuruyorum. Kendimden haberim yok. Bazen yazmaya çalışıyorum, kağıtlar buruşuyor. Ben yazmaya başlayınca kalemler hep bitiyor. O güzel şeyler yazıyor, ben çirkin. Kağıtlar, kalemler, sözcükler artık beni sevmiyor. Platoniğim. Yazmaya devam ediyorum. Yazmaya devam ettikçe kafamın içindekiler bitmiyor. Kafamı karıştırıyorum. Suçu başkasına atıyorum. Çünkü o iyi şeyler söylüyor, ben kötü. Kötülükle çirkinlik arasında bir yerde kendimi arıyorum. Kendimi bulabilseydim dünyayı kurtarabilirdim. Rüya görüyorum. Yüzyıllardır görüyorum, kimse bilmiyor. Onları kendime saklıyorum. Bugün, Tanrı benim. Sigaramla beraber kendimi yakıyorum.

Kendimi cezalandırıyorum.


11 Aralık 2013 Çarşamba

Kız çocuğu

Keşke demenin anlamsızlığından yakındığım günleri hatırlıyorum da, şimdilerde keşke demekten başka bir şey yapmıyor olmam fazla acınası. Zamanımın çoğunu rol yaparak geçiriyorum; eğleniyor gibi, mutluymuş gibi, seviyormuş gibi, seviliyormuş gibi. Gibiler çoğaldıkça, hayatımı kaybediyorum. Parçalanmış durumdayım. Birileri parçalarımı ele geçirmiş, hepsi benim hayatımı yaşıyor. Ben, kendimi yaşıyorum. Aynı anda binlerce düşünce kafamın içinden geçiyor, ben benden geçemiyorum. Oysa yalnızca bir hayat isterdim, yalnızca tek bir şeye tutunmuş bir hayat. Yalnızca kendime sahip olduğumu hissetmek istemezdim mesela, yalnız hissetmemek için bir kedi sahiplenmezdim, sıkıldığım zamanlarda sebepsiz ağlamazdım, hatta sıkılmazdım. Fazla düşünmez, gereksiz insanların yüzünü bile görmezdim; kim bilir, belki aşık olmadan sevişirdim. Utancın anlamını bilmediğim yerlerde olmak isterdim, her şeyi bildiğini sanan insanların olmadığı bir yerde; mutlu şehirlerde. Kaybolmak isterdim, sonra bulunmak. Kendimi öldürme cesaretine sahip olmak, bu cesaretle yaşamak isterdim. Yalnızca yaşamak.

Güç geçtikçe anneme benziyorum. Hayatımda tanıdığım en yıkıcı insana. Önce kendini, sonra beni yerle bir eden insana. Annemi sevmemeye çalışıyorum. Uzak durmaya, uzağında kalmaya, hayatımdan çıkarmaya çalışıyorum. Beni sevmesin istiyorum. Çünkü insan ailesi tarafından sevilince sevilmeye değer birisi olduğunu sanıyor. Bir gün geliyor; sevilmek istiyor, sevilmiyor. Sonrası hep, hayal kırıklıkları. İnsan ailesinden sevgi gördüğü sürece büyümeyi unutuyor.

Kız çocukları en çok annelerine benziyor.




9 Aralık 2013 Pazartesi

Kendini sevmeyen bir insan sevilmeye ihtiyaç duymamalı.

Etrafta rahatsız edici bir sessizlik var. Soğuğa aldırmadan balkona çıkıyorum. Sigara içmem lazım. Bu durumun beni zorlayacağını adım gibi biliyorum, çünkü gün içinde hatırlayamadığım bir saatte sigaralarımı çöpe attım. İnsan kendini güçlü hissetmek uğruna ne kadar saçmayabiliyor değil mi? Sigaraları çöpten çıkarırken fazlasıyla zavallıyım, hayattımda sahip olduğum en önemli şeyi attığım çöpten çıkarıyorum. Bunlar elindekileri kaybeden ve istediklerini elde edemeyen korkak bir insanın son çırpınışları. Bir kadının. Hava soğuk. Aldırmıyorum. Yerdeki karları görebilmem için eğilmem gerekiyor. Buranın lüks bir hapishaneden pek bir farkı yok. En azından ben öyle hissediyorum. Kendimi fazlasıyla tanıyorum, kuşkum yok. Sobalı bir evden çıkan dumanla, sigaramın dumanı birbirine karışıyor. Sigaram. Her şey aslında ait olmayla ilgili. Bir şeylere gerçekten sahip olmakla ilgili, kaybetme korkusuyla ilgili. Bir bağımlılığa bu kadar ihtiyaç duymanın nedeni seni sen izin vermedikçe bırakıp gitmeyeceğinden emin olman. Hayatımdan uzun vadede kurtulmaya çalışıyorum. Yolları ben seçtim. Kimseyi suçlamıyorum.

Gökyüzü kirli. Sıkılıyorum. Erkeklerden, sigaradan, kendimden sıkılıyorum. Keşke tam burada, bu noktada ölsem diyorum.

Ara sıra kendime ihtiyacım oluyor.

Ölemiyorum.

13 Ekim 2013 Pazar

Sıcak

Yüzümün yarısı sıcak.

Akşam oldu. Anıların öldüğünü fark ettiğimde geç olmuştu. Ben hep buradaydım, bu koltukta. Sen her yerdeydin ve seni arayacak cesaretim yoktu. Yanaklarımdaki sıcaklığı bir tek sen anlardın. Gitarda bazı akorları basamayışımı bir tek sen bilirdin ve kimseye söylememen için tembihlenmiştin. Utanmaktan korktuğum dakikalar oldu, sen olmadın. Her yerdeydin, Türkiye'nin her yerinde, olmak istemediklerinde, çok yabancı ülkelerde, dilini bile bilmediğin sokaklarda... Senin olmak istediğin yer belki benim yanımdı, belki değildi; ama beni, tam da bu koltuğu aradığını çok iyi biliyordum. Biliyordum, çünkü bazı kadınlar bazı şeyleri bildiklerini sanarlar. Biliyordum, çünkü seni yanımda istiyordum. Kilo vermemekte direttiğim zamanlar oldu, yedikçe aklıma sıkça geldiğin zamanlar. Hastalıklı düşüncelerimi sen bile bilmiyordun. Bilemezdin. Bilemezdin, çünkü var olmayan adamlar bilemezler. Utanç dolu anlarımı arttırdığımda, eskide kaldım; geçmişte bir yerlerde. Oradaydın. Aslında vardın. Şaşırmamalıydım.

Çünkü vücudunun yarısı sıcak olan kadınlar, olmayan adamları oldururlar.

Kendimi yorgun hissettiğim günler oldu, bittiğim günler. Ben bu şehirde ne kadar kalırsam, sen o kadar başka yerlerde oluyordun. Dışarıya yalnızca sigaram bittiği için çıktığım günler vardı; dağınık kahverengi hırkam, bol kırmızı pijamam, lacivert ayakkabılarım ve yağlı saçlarımla insanların arasına karıştığım günler. İnsanlardan nefret ettiğim günler. Ne kadar pis olursam, insanlardan o kadar uzak kalıyordum ve kirlendikçe daha iyi bir insan oluyordum. Ve bana inan; olmayan adamlar pis kadınları sevmezler.

Ama sen sevdin. Hatırla, sevdiğini söylemiştin.

Anılar öldü. Aylar geçti ve ben olmayan sigara paketleriyle ve olmayan koltuğumla savaştığım kadar kimseyle savaşmadım. Belki annem olabilirdi, belki annemle daha çok sevmedik birbirimizi; ama sen sevdin. Annem beni sevmedikçe sen daha çok sevdin; gün geçtikçe babama benzedin. Ve ben ne çektiysem, babam gibi olan adamlardan çektim. Gün gelecek, beni sen de öldüreceksin. Şaşırmamalıyım.

Çünkü vücudunun yarısı sıcak olan kadınları, olmayan adamlar öldürürler.
















Umay Abla beni üzüyor. Kadınlar bilmeden seviyor.

28 Eylül 2013 Cumartesi

Kötü

''Sen okuma, ben yine de yazarım.'' diye iç geçirdiğim zamanlar oldu.

Sonra okunmadığı için yazmadığım şeyler.

İkarus güneşe doğru giderken yolunu değiştirdi, ben kendimi değiştirdim. Sonra kendimi sevmedim.

Kaçak düşüncelerimin yerini kaçak sigaralar, sağlığımın yerini üç beş kilo aldı; zarar yok.

Hiçbir şey görmedim.

Hiçbir şey düşünmedim.

Hissetmedim.

Hissizliğin arkasında birkaç duvar vardı, ben yoktum.

Sonra.

Senin olduğun yerde, ben de oldum.

Korkuyorum.

Olduğumu sandığım şey, kötü.

Çok kötü.



5 Ağustos 2013 Pazartesi

Senden ötürü.

Bir yazı yazdım, o kadar kötü oldu ki anlatamam.

Ağlamıyorum.

Gözüme duman kaçtı.

2 Temmuz 2013 Salı

Cehennem

türlü dağınıklar topluyorum
ben türlü dağınıkların içinde kayboluyorum
ve anlayamadığım bir şey var
şeyler var
bu devlet büyüklerimizin kafası hangi yönde işliyor
tik tak tik tak
zaman daralıyor
ya da bu sevemeyen kadın
veya aldatan adamın arasında bir yerlerde
ağlayan bir çocuk
kimsenin kimseye bir hayrı yok da
kimsenin kimseye acıması da mı yok?
-aşk olsun!-

çocukları ağlatan varsa o köşeyi dönüp kaybolsun!

ben bir gün sigarayı bıraktım
seni bırakamayınca sigarayı bıraktım
büyüdüm çocukları ağlatmamak için
şimdilerde
çamaşır seriyorum köpükler gitmiyor
genellikle 
bulaşık yıkamaktan nefret ediyorum
nefretin kendisinden nefret ediyorum
evcil hayvanım da benden nefret ediyor
-yeni fark ettim-
sanırım onu daha iyi bir yere bırakmalıyım

çocuk değilim ben hayır
ağlamamalıyım

sigarayı bıraktığımdan beri çay denizinde yüzüyorum
ve bu kurt dosyasının içinde bedenim sürükleniyor
türlü obsesyonlar sardı bedenimi
fazla cümle kuramıyorum, hava sıcak
çok iyi konuşamıyorum, farkındayım
üstüme gelme
çünkü ben çok iyi konuşursam ağlarsın
çünkü direnirken seni özlediğim bir gerçektir
çünkü seni özlemem dışında bir gerçek henüz dünyaya gelmedi
dünyaya gelmeyen her zaman daha masumdur, bilirsin
dünyaya gelmeyeni daha fazla seversin
cevap verdim gelme üstüme
ağlamaman için susuyorum
hiçbir işe yaradığım yok
ağlamanı engelleyemiyorum
beni merak etme
sustuğum için uyuyorum henüz ölmedim
sen olsaydın uyumazdım bağlantıyı kurdun mu?
mesela
ölsem haberin olurdu
çünkü ben ölürsem sen yalnız kalırsın
suların içinde oynayacak çocuk bulamazsın
ben henüz ölmedim ama senin haberin yok
sıkıldıysan üzülme
başkalarına benden bahsettiğin gün ölebilirim
mutlu olacaksan
en azından ölü taklidi yapabilirim

benden iktidar amcalara selam söyle
utanması yokmuş, günahkarmış dersin
cehennem size kalmaz, onun gibiler varken
aşkın günah olduğu tüm diyarlardan rüzgar getirirsin sonra
saçlarım artık bir işe yarar
rüzgarlarla beraber aşkları da getirirsin
sonra ayrılırız
her aşkın içinde ayrılık vardır,
en iyi sen bilirsin

-cehennemde görüşürüz.