31 Mart 2013 Pazar

Tatlı rüyalar

Buraya uzunca bir şey yazmaya hazırlanıyordum ki aklıma sen geldin.

Sikerim böyle işi.

Hareket vakti

Anlaşılamamanın umrumuzda olmadığı saatlerdeyiz
Sevmeyi ne de iyi biliriz
Evden çıkmaları, keyifli
Evde kalmaları, tembel
İki paket sigara, yiyecek bir şeyler ve çay olması yeterdi evden çıkmamalara
Kendimiz olurduk, küfrederdik bolca
Beraber eğlenememiştik oysaki
Beraber düşündüğümüz vakitler olmuştu da,
Bambaşka şeylere kafa yormuştuk
Eskide kaldı, sen hatırlamazsın şimdi
Biz beraber hüzünlenemedik ya, en çok ona yanarım
Anlaşılamamanın alkol tesiriyle etkisini yitirdiği saatlerdeyiz
Oysa biz seninle iyi anlaşabilirdik
Oysa biz seninle rakı içmedik hiç
Benim dinmeyen mide ağrılarımın sebebi bu olsa gerek
Rüyalar görüyorum, bedensel acılardan uzak olduğum rüyalar
O rüyalar ki içinde hep sen varsın bu aralar
Sen aksini iddia ediyordun ama
Uyku önemli değildi bu boktan dünyada
Uyumasaydık da olurdu
Neyse, bu başka rakıların konusu
Mesela
Biz seninle Ahmet Kaya dinlemedik hiç
Tutuşamadık biz
Bakışamadık belli ki,
Bakışsaydık anlardın diyorum da
Sana bu kadar çok şey yüklüyor olmam beni mutsuzlandırıyor
Belki de suç bende
Ama en önemli sonuç şu:
Biz seninle olamadık.
Seninle yalnızca şiirler okuduk, şahitlerim var
Şiir okumaktan başka bir şey yapmadığım dönemlerden biriydi
Seninle kesişti seslerimiz
Bilen bilir ya, güzel okuyorduk
Duymadık birbirimizi
Ha, keşke duysaydık, o başka mesele
Un momento
Keşke aynı dili konuşsaydık seninle
Aşk örgütlenmektir
İnsan yaşadığı yere benzer
Zamanın bana ihanet etmesine alışığım da,
Sana neden acımadığını hiç anlayamıyorum
Zamansızlığımızda boğulduğumuz büyük gerçek
Sen fazla sakin, bekleyen
Ben fazla çocuk, ilerleyen
Bir adım attığımda üç adım gerimde olman bu yüzdendi
Anlaşılamamayı bastırıyor rakı
Keşke seninle de içebilseydik

Midem hala ağrıyorken, iki oda bir salon evimden bildiriyorum:
Bu gece rakı vardı, sana gerek yoktu

Yarın gözümü açar açmaz
Seni hatırlayacağım
Marilyn Monroe öldü sevgilim
Ben de fazla kalmayacağım

29 Mart 2013 Cuma

Pişman

Bugünlerde halsiz ve yorgunum. Fazlasıyla kirliyim. Yemek yapıyor, bulaşık yıkıyor, ütü yapıyorum. Evde iş bitmiyor. Ya da ben bitirmiyorum. Bugünlerde ne zaman uyumak için kafamı gömsem yastığa, rüya görmeden uyanmıyorum. Seni düşünmeden uyuyup, seni düşünerek kalkmam bundandır. Seni düşünmeden uyuduğum kısma girmek istemiyorum. Söz konusu sen olunca fazlasıyla yalancıyım, bilmiyorsun. Sen inkar ederken ben yalanlar söylüyordum, bunu da bilmiyorsun. Anlamıyorsun. Bilen bilir, beni anlamış olsaydın dünyanın en mutlu insanı olurdun.

Yoksun.

Bugünlerde en çok senin nasıl olduğunu merak ediyorum ki, öğrenmek hiçbir işime yaramayacak. Sen güldükçe ben üzülüyorum. Sen güldükçe ben de gülüyorum ki, ağırlığında ezilmeyeyim. Eziliyorum, çünkü içten içe ağlarken insanlara gülmek çok zordur. Biliyor musun, bilmiyorum. Ezilmekten korktuğum için evden çıkmıyorum. Seni görmek istememem bundandır. Bilmiyorsun.

Yoksun.

Olmanı gerçekten istiyor muyum, bilmiyorum. Tek istediğim şu evden keyifli bir biçimde çıkmak aslında. Evden çıkmak istiyorum. Sen olmasaydın, evden rahatlıkla çıkabilirdim mesela. Ama varsın, varlığını engelleyemiyorum. Seni yanımda istememin nedeni bundandır. Çünkü uzağında olduğum sürece ben bu evden çıkmak istemiyorum. İsteklerim -her zamanki gibi- sonuç vermiyor.

Yoksun.

Devrelerim yandı sanırım. Bir kere düşünmem gerekeni binlerce kez düşünmeden edemiyorum. Dışarı çıkmadığım her dakika evden biraz daha nefret ediyorum. Sevmemek bir şeyleri sonuca bağlıyor aslında. Çünkü ben sevdikçe, çözümsüz kalıyorum. Sevmek de istemiyorum da, bunu nasıl anlarsın bilmiyorum. Neyse, bazen ben bile kendimi anlamıyorum.

Yoksun.

Olmuyorsun da, ben seni neden kafamdan atamıyorum? Şu siktiğimin dünyasında neden keyifli olamıyorum? Mutluluk değil istediğim, anla bunu, kim bulmuş ki salt mutluluğu? Mutluluk dediğin nedir ki zaten şu üç kuruşluk yerde. Ben sadece anlaşılmak istiyorum. Bunu defalarca kez söylemiştim, yine söylerim, beni anlamanı istiyorum.

Anlamıyorsun.

Varlığınla ilgilenmiyorum. Yüzüme bakma. Gülme hatta. Üzüldüğümü söylemiştim. Yalnızca biraz zaman istiyorum. Biraz huzur. Ondan sonra seni varlığınla başbaşa bırakacağım, beni bir daha asla bulamayacaksın. Beni görecek, ama dokunamayacaksın. Belki birkaç asır sonra ya da başka bir evrende bana ihtiyaç duyacaksın. Biliyorum. Pişman olacaksın.

Aşık kalacaksın.

Dilek taşı

Bugün bulaşık yıkadım. İnanmasan hakkın var, malum ben bulaşık yıkamayı hiç sevmem. Mecbur kaldım. O kadar çok birikmişlerdi ki, bir yerden başlamak lazımdı. Ev kirliydi. Ev en az benim kadardı. Ne eksik ne de fazla. Ev benim kadar kirliydi.

Mecbur kaldım. Mutfaktaki balkon kapısını sonuna kadar açtım. Bilmezsin sen, benim ev az biraz karanlık. Girebildiği kadar soktum güneşi içeri. Güneş pek de yoktu ya, neyse. Biz işimize bakalım dedim, Bandista dinleyerek bulaşığa başladım. Köpükler seni unutturdu. İlk defa seni unutturdu. Ama işte o sözler yok mu o sözler, ''aşk örgütlenmektir, bi düşünün abiler.'' Hatırladım. Bulaşık bitti, sigara yaktım. Babam geldi, inanır mısın? Babamı tanımıyorsun. Onu gördüğüme sevinmedim. Çünkü bugün seni görmediysem, başka bir erkeği de görmemeliydim. Delirdim. Bir hışımla yemek yapmaya koyuldum. Mutfaktan çıkmadım. Yemek pişirdim, bulaşık çıkardım, yemek yedim. Hayatım bu değil miydi zaten? Bir şeyleri yapıyor, yeniden yıkıyordum. Yeni şeyleri hayatıma soktuktan sonra, içini boşaltıp kirlilerin yanına koyuyordum. Bana yeninin bir hayrı yoktu. Yeni kötüydü. Sen kötüydün.

Affet beni diyemem. Hiçbir şey için özür dileyemem. Bir tek dileğim var, o da pişman olup yalnızlığında sürünmen. Çünkü ben bulaşık yıkamayı hiç sevmem. Ve bulaşık yıkarken pişman olurum, anlıyor musun?

28 Mart 2013 Perşembe

Köşe

Bugün seni görmemek için evden çıkmadım. Yalnız kalmak için evden çıkmadım. Bir demlik çay ve bir paket sigarayla başbaşa kaldım. Yapacak pek bir işim de yok. Ders çalışsaydım hiç de fena olmazdı hani, ama çok da gerek yok. Açık pencereden giren rüzgar ve güneş bana yetiyor. Çay dolduruyorum.

Bir köşede onlar için ağlıyorum.






































Siyah

Bu gece senin için sigara içtim.

Ama sen, beni düşünmeyeceksin bile.

27 Mart 2013 Çarşamba

Bilinçaltı

Uyumadan önce seni düşünmedim.

Uyandığım anda seni düşünüyordum.

Bugün senin için dişlerimi fırçaladım.

Ama ben, seninle konuşmayacağım bile.

26 Mart 2013 Salı

Temiz

Bugün senin için dişlerimi fırçaladım.

Ama sen, benimle konuşmayacaksın bile.

25 Mart 2013 Pazartesi

Elde var hüzün

Ağladığın zamanlarda arayacağın tek insan annen olduğunda dışarıdan ne kadar olgun ve neşeli görünsen de elinde kalan tek şeyin zayıf bir çocukluk ve hüzünlerle dolu bir kadınlık gururu olduğunun farkına varmak zorunda kalıyorsun.

Karşındaki insan ister istemez düşünüyor, kadınlık gururu içinde nasıl bir hüzün barındırır diye. Oluyor. İnsanın elinde başarısızlıklarla dolu bir ruh ve hayal kırıklıklarıyla dolu bir kalp kaldığında, oluyor.

Anneni seviyorsun. Babana aşık kalıyorsun. Ama başarısızsın. Neye elini atmışsan, kurumuş. Her şey solmuş. Bir telefon her şeyi değiştiriyor. Düşündükçe, anneni daha çok seviyorsun. Bazı zamanlarda o kadar yalnız kalıyorsun ki, anneni sevmek istemiyorsun. Olağan bir şekilde, seviyorsun. En olağan şekilde seviyorsun, kimse anlamıyor.

Ağlamaktan utanıyorsun. Koltuğa uzanıp iç çekerek ağlıyorsun. Islak çamaşırlarda kendini bulup, serdikçe seriyorsun. Sevdikçe, seviyorsun. Kimi sevdiğini bilmiyorsun. Kimi sevmek istediğini biliyorsun, ama o seni istemiyor. Çünkü o endişenin ne demek olduğunu bilmiyor. Parmakların acıyor. Kalem kullanmıyorsun. Sevdikçe, daha çok seviyorsun. Ağlamaktan utanırken seviyorsun. Sevmekten başka bir şey elinden gelmiyor. Bir çay bardağında bir erkek buluyorsun, ardından bir sigara yakıyorsun. Oysaki annen bunları bilse, senin için ağlardı. Senin için, bir tek o ağlardı.

Gece olduğunda ağlıyorsun. Oysa uzun zamandır ağlamamıştın. Şu hayattaki tek başarın sevmek, ve sevgilerin başka kadınların gölgesi altında kalmış. Başka kadınların. Senden farklı kadınların. Aptal kadınların. O kadınlar ki sessizlerdir, hiç hareket etmezler. Sadece sevilirler. Sevilmekten başka işleri yoktur çünkü. Sevilirken küfretmezler. Çünkü onlar sevilmemenin ne demek olduğunu bilemezler. Kötüdürler. Sen sevilmediğinde ''sikerler'' diye bağırırsın, kimse duymaz. Onlar en iyi sustukları zamanlarda duyulurlar. Bir telefon her şeyi değiştirir. Sevmek, her şeyi değiştirir.

Devrim istiyorum, diyorlar. Utanmadan söylüyorlar. Ellerinde sigara, ahkam kesiyorlar. Onlar sadece konuşuyorlar. Konuşmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Devirmenin ne demek olduğunu bilmeyen adamlar, hissetmiyorlar. Bizim yapacak bir şeyimiz yok, elimizden bir şey gelmiyor. Olmuyor. Bazen, zorlasan da olmuyor. Ellerinde kelimeler, bizi utandırıyorlar. Sevmiyorlar. Sevmekten korkuyorlar. Sevmekten korkan adamlar, devrimi nasıl yapacaklar?

Sonra bir film izliyorsun ve bir şeyi anlıyorsun ki, o şey akla zarar.

Aslında en kötüsü yalnız uyumak değil, yalnız ölmek.

24 Mart 2013 Pazar

Aşk diyalektiktir!

Aşkı en güzel anlatan en güzel parça bu değilse bileklerimi kesmeye hazırım.

Sabahları çirkin olurum.

Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi var, ama aslında tek başına yenen yemeklerin hepsinde inceden bir hüzün saklı. Burak Aksak'ın da dediği gibi, ''Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olabilmesi için masada en az iki çay bardağı olmalı.''

En geçerli mutluluk, o masada -en az- iki tane boş çay bardağı görüp de çay doldurmak için can attığın an. 

Senin hayatındaki en güzel insanlar, güzel demlenmiş bir demlik çayı paylaştığın herkes.

Aslında sevişmenin en güzel hali, kahvaltı. 

Hayatındaki en büyük başarı, uykulu gözlerle baktığın zamanlarda bile seni sevmeye devam edecek birisini bulmak.

Bu kadar laf cambazlığı yeter. Çay koyayım mı?



23 Mart 2013 Cumartesi

Aşk örgütlenmektir, bi düşünün abiler.

Hissizleşmek şiir okumayla birlikte kayboluyor. İster istemez hissediyorsun. Hissetmemek için tüm şiir kitaplarımı sandığa kaldırdım. Hislerimi sakladım. Artık onu istemiyorum.

O beni isteseydi her şey bambaşka olabilirdi. Bu da ayrı bir mesele.

22 Mart 2013 Cuma

Çember

Gerçekten istemediğin şeyleri yapıyor olmanın yanında, istemediğin her şeyin hiç durmadan gerçekleşmesi sorunu, seni asıl üzen. Seni asla anlamayacaklar. Sana karşı asla açık olmayacaklar. Seni sevmedikleri gibi, sevgini görmezden gelecekler. Endişenin ne demek olduğunu asla bilemeyecekler. Endişe etmek, bir annenin çocuğu için tedirgin olması gibi, birini gerçekten düşünüyor olmak demek. Birini düşünmek değerlidir. Bunu asla çözemeyecekler.

Bak gerçekten, tüm sorun insanların birbirini anlamak istememesi aslında. Çemberi oluşturan bizler değiliz, biz çemberin içinde sıkışıp kalmış zavallılarız, bunu anla. Dert etme, zaten her şey boka batmış durumda.

Hala neden ağlıyorsun?

Bir gün gelecek ve sen yok olacaksın. Onun umrunda bile olmayacak.

Hala neden seviyorsun?

Kaos

Artık, evimin sigara kokmasını istemiyorum. Evimde yalnızca senin kokunun olmasını, saçımda, kıyafetlerimde, ellerimde, hatta her yerimde senin kokun olsun istiyorum. Karmaşıklığından sıkılıp bekliyorum, insanlar gerçek şeyler yaşarken ağlıyorum, yapaylığımdan sıkılıyorum. Keşke bu kadar kolay olmasaydı. Keşke kolaylığında bulduğum o iğrenç zorluğu hiç yaşatmasaydın bana. Uzaksın. Sigaranın dumanı kadar yakınında, küllerinin uçuşup bambaşka yönlere savrulmasındaki gibi uzağımdasın. İstiyorum ki evim sigara değil, lavanta koksun. -Lavanta nasıl kokar, bilmiyorum.- İstiyorum ki, her şey senin için güzel olsun. Ben mühim değilim sevgilim. Aşktan daha üstün olamam, ya da senden daha önemli. Sigaralarımızı balkonda içelim istiyorum, evin her tarafında güzel nefesler alalım, havanın temizliğinde aşık kalalım istiyorum. Sigarayı falan geçelim şimdi, aşık kalmak istiyorum. Aşık olmak çok güzel bir şey çünkü. Sen de biliyorsun, kaçışlarından yorulup dinlendiğin vakitlerde sen de okuyorsun. Aşkı okuyorsun da sevgilim, niye bir bok anlamıyorsun? Anlamanı istiyorum, seni istiyorum. Seni sigaradan daha çok istediğimi fark edip art arda sigara yakıyorum. Sigaralar kalkıp gidiyor. Ki ben, gitmeleri hiç sevmem. Biliyor musun, umutluyum. Aradan bir asır geçecek ve sen bir gün ne hissettiğimi anlayacaksın. Ve o gün çok geç olacak. Ben dumanlarda boğulacağım.

Benimle tamamlanacaksın.

20 Mart 2013 Çarşamba

İkimiz birden sevinemeyiz

Bazı şeyler yalnızca iki kişiyle olurmuş.

Kafam dalgın. Dağınık. Karışıklığımdan aynaya bakacak cesaretim yok. Saçlarım dalgın. Islaklığımdan eser yok. Keşke olsaydın. Ortamın karışıklığından muzdarip bedenlerimizi yanyana getirebilseydik. Bekleyemedim. Beklenemedin. Ben gidiyorum diyemedim. Saçlarımın dalgınlığından eser yoktu o sıralar, mutluydum. Umutluca, belki fazla hayallice yaşıyordum. En azından yaşıyordum. Sigaraların ardı arkası kesilmezken, aslında var olan bağlılıklarımı düşünerek usulca ağladım. Korkuyorum. Her şeyin olması gerektiği gibi yaşanma ihtimalinden korkuyorum. Seni düşündükçe mutlanıyorum. Saçlarım kalkıp gidiyor. Saçlarımı üç numaraya vuruyorum.

Saçlarım kalkıp gidiyor. Zaten her zaman gidiyor. Gitmekten başka yaptığı tek şey de gelmemek aslında. Gazların arasında kayboluyorum. Olmak istemiyorum. Olmanı istemiyorum. Ne istediğimi bilmediğimi iddia ettiğim zamanlarda suçlanıp, idam ediliyorum. Suçlanıyorum. Var olmandan suçlanıyorum, var olmaktan suçlanıyorum. Çemberin bir türlü tamamlanamasında benim de bir parmağım varmış gibi geliyor, dağılıyorum. Hüzünleniyorum. Zikzak değilmiş bu güzelim, hayır, çemberin ta kendisiymiş. Tüm olayları bu kadar karmaşık görmemin sonuçlarına katlanıyorum. Sigara içiyorum. Kalkıp gidiyorum.

Evde kombiyi yakmıyorum. Üşümek, kendini cezalandırmaktır bir bakıma. Aptallık yapma da gel buraya. Aptalsın. Sen olsan kombiyi yakardım mesela, yıkamadığım bulaşıkları yıkardım, çamaşır makinesine kirlileri koyardım. Evi süpürürdüm belki, belki de ütü yapardım. Şimdi oturuyorum. Düşünmekten başka bir şey yapmayıp oturuyorum. Sen olsaydın kafam dalmazdı belki. Art arda sigara yakmazdım, belki sigara içmeyi bile bırakırdım. Sırf erken ölmemek için, sırf yaşamak için. Güzel yaşlanmak için. Hiçbir şeyden kaçmazdım. Sen olsaydın, ben her şeye senden önce koşardım.

Sence de hiçbir zaman olmayacak birine bu kadar laf fazla değil mi?

Evlere dağılalım.

Ölümden öte ne var?

Zaten yaşamak çok zorken, bir şeylere umutla bağlanmak imkansızken bir de bu hayal kırıklıkları çıkıyor. Seni yerle bir ediyor. Koyverip gitmek istiyorsun, olmuyor.

Ölümden daha ciddi bir şey varsa, o da yaşamanın ta kendisi.

17 Mart 2013 Pazar

Boş

Güzel abim benim, söylemeye çalıştığın şeyin herkes tarafından farklı algılandığı bir dünya burası. Burada evrensel bir dil yok, burada kadının adı yok, burada aşk denen bir şey yok. Burada herkes birbirinden nefret eder, birbirini yanlış anlar, burada aşk yoktur, aşktan korkulur, insanlar heyecanlanmaya dayanamaz, çünkü insan olduklarını hatırlamaktan korkarlar. Burada acı vardır, yoksulluk vardır, burada iyi olmayan her şey vardır be abi. Bazen iyiler gelir, iyi duygular gelir; onlar da körelir. Bir bakmışsın her şey ölü, her şey yok olmuş. Sen kalakalırsın, bir öğle vakti içindeki boşlukla yatağında yatarsın. Kimse seni anlamaz. Kimse seni anlamaz. Hala ne anlatıyorsun? Kimse seni anlamayacak. Anlamayacak. Anlatma be abi. Anlatma.

 Şaşırma güzel abim, burası böyle bir dünya. Fazla bir şey umma.

İyi şeyler anlatma bana, umudu anlatma. Umutsuzluğu anlat artık, tüm o kötülükleri, dünyanın amına koymalarını anlat, dünyanın amına koyan tüm orospu çocuklarını anlat, gerçek orospuları, günahsızlıklarını, siyaset yapanlardan bin kat daha aydın, bin kat daha insan olan orospuları anlat. Benim şu an onlardan ''orospu'' diye bahsetmemin sebebi olan insanları anlat. Aklını nasıl yitirdiğini anlat, ara sıra nasıl gerçek hayata döndüğünü, kitapları, şiirleri, çocukları anlat be abi. Hep derdik ki, ''Çocuklar olduğu sürece bu dünyada hala güzel bir şeyler var.'' Yok be abi. Nasıl olsun? Bu çocuklar kendilerine yetişkin diyenlerin, daha kendi umutsuzluklarıyla başa çıkamayan insanların elinde değiller mi? Çocukların güzelliği bizimle soluyor be abi, bizimle soluyor. Umutsuzluğu anlatsana bana, dünyanın yok oluşunu anlat, küresel ısınmayı, küresel ıkınmaları anlat, Tanrının siktir ettiği yerlerde ölen, öldürülen insanları anlat. İnsanları anlat be abi. İnsanlığı anlat. İnsanlık umutsuzlukla eşdeğerdir benim gözümde, beni bana anlat.

Beni anlat be abi. Bizi anlat.

Kayıp

''Kaybedecek neyimiz var ki?'' diye giriştiği tüm olaylar bir bir aklına geldi. Ardından, kaybedebileceği en gerçek şeyi kaybetti.

Kendini.

Üçüncü sayfa

Her şey eski zamanlardaki gibiydi. Hayvanlar, kitaplar, şehirler eskisi gibiydi. Yalnızca adamlar değişmişti. Uyku denen olgunun ihtiyaç olması bir yana, bir şeylerden kaçış yolu olduğu yalnızlar tarafından biliniyordu. Yalnızlar, sadece yalnızdılar. Yalnız adamlar eskisi gibiydi. Yalnızca, adamlar eskisi gibiydi. Kitaplara anlamlar yükleniyor, şehirler kirleniyor, hayvanlar teker teker ölüyordu. Anlaşılamamıştı. Anlatamamıştı. Yalnızlığını avuttuğu tek şeyin ciğerini karartan tütün olduğunun farkındaydı. Zordu. Unutmak, unutulmak, aklında olmak, aklında kalmak zordu. Aklına gelen şeylerden kurtulmak için bir sigara yakıp, pencereyi açtı. Unutmuştu. Ölüm sessizliğinin farklı bir boyut kazandığı evinde yalnızdı. Güldü. Birileri tarafından seviliyordu, ama onun başka bir şeye ihtiyacı vardı. Eksikliğinin dolduğu yerde, korku başlıyordu. Sigara yaktı. Dolaptan usulca birasını alıp oturdu. Birayı unuttu. Sigarayı unuttu. Her şeyi unuttu. Artık kendisi için sevmenin de ötesinde olan tek şey sevilmekti. Sevilmedi. ''Aşk örgütlenmektir, bi düşünün abiler.'' diye mırıldandı. Örgütlenecek kimse yoktu. Sigarayı unuttu. Her şeyi unuttu. Unuttuğu için kendine kızamıyordu. Unuttuğu şeyleri hatırlamak diye bir şey yoktu. Unutulan unutulmuştu. Sigara, bira yok oldu. Adamlar yok oldu. Kendisi yok oldu. Bu çarkın içinden kurtulması için gerekli olan bir adam vardı, onu bilmiyordu. Adam kalabalıktı. Sevilmedi. Zaten bir araya gelmelerine gerek yoktu. Zaten hiçbir zaman gerek olmuyordu. Oturduğu yerde yoruldu. Sigarayı unuttu. Yangındaki alevler içinde kendisini buldu. Gerçekten de ahlak, aşktan daha önemli değildi. Aşık olamıyordu. Yandı, kül oldu.

İki oda bir salon evinde tek başına ölü bulundu.