29 Nisan 2013 Pazartesi

''Halk aşksızsa sokaklar banka dükkanlarıyla doludur.''

Bunalımlı zamanlarım geldi. Depresyonda olmasam da dipte ve sonda olduğum aşikar.

Sonum geldi.

Yanlış anlaşılmasın, yaşamayı seviyorum. Hayatın kendisini değil belki, ama yaşamak güzel. Güzel olduğunu düşünmekten başka bir şansım da yok. Zaten eğer bu şansın olduğunu düşünseydim çoktan ölü olurdum. Yaşarken tadına varamasam da eve gittiğimde kendimi mutlu hissettiğim günler var. Keşke mutlu hissettiğim günlerin gecesi için de aynı şeyleri söyleyebilsem. Bugünlerde uyku düzenim boka sarmış durumda. Vücudum ve ruhum işbirliği içinde beni umursamamakta kararlı. Sabahlara kadar oturuyor, öğleden sonraya kadar uyuyorum. Yiyip içip tekrar yatıyorum. Kaçacak delik arıyorum. Ev benim için kaçılacak yer değil, kurtarılmayı beklediğim yer olarak şekilleniyor. En kısa zamanda kayıp ilanı hazırlayıp belirli yerlere dağıtmak istiyorum. Aslında tek bir yere. Beni bulan haber versin, diye. Bulsun diye.

Bugün kabuğumu kırıp Ankara'nın gidilebilecek en güzel yerlerinden birine gitme cesaretini gösterdim. Botanik. En güzelinden dostlarla. Var olabilecek en hoş gündü. Atakule'nin batışının kokusu etrafa yayılmıştı. Çocukluğumda Atakule vardı. Ben büyüdüm ve artık yok. Sanırım bu değişimlere alışmam gerekecek çünkü gün geçtikçe dünyanın en klişe söz öbeklerinden birini iliklerimde hissediyorum.

Biz büyüdük ve kirlendi dünya.

Bu durumun tüm zamanlarda yaşandığı inancındayım, her insan büyüdüğü zaman dünyayı daha kirli olarak görüyor. Gittikçe kötüleşen bir şeyler var, o kesin. Ama dünya mı, insan mı? Dünyayı kirleten şey insanın ta kendisi olduğuna göre cevap belli. Mesela insan büyüdüğünde çocukluğun nasıl bir şey olduğunu hatırlamıyor, çocukluk o zaman ancak sokaklarda göründüğü kadar biliniyor. Çocukluğun masumiyetini bildiğimiz halde kendimizinki hatırlayamazken hala temiz kaldığımızı nasıl savunabiliriz ki?

Botanik. Orda Ankara 'nın diğer gerizekalı parklarındaki gibi bir durum söz konusu değil. Diğer parklarda samimiyetsizlik var, Ankara insanının beton yığınlarından başka bir şey göremiyor olmasını suistimal ediyorlar. Her yerde gereksiz bir su, her yerden bir şeyler fışkırıyor. Gereksizliğin en çarpıcı örnekleri. Mesela Vadide o kadar çok su var ki, soğukluğu morgdan beter resmen. Botanik daha sıcak. Kötünün iyisi. Bir havuz var sadece ama gözüne batmıyor o kadar. Bol yeşillik. Huzur verici. Sessiz. Ve en önemlisi çok insan yok.

Daha fazla insan yüzü görmek istemiyorum artık, diye haykırmıştım bir ara. Arkadaşlarım böyle bir şeyin mümkün olamayacağını anlatmaya çalıştılar bana dakikalarca. Ankara'da yaşayanların anlaması lazım diye düşünüyordum ama bu durumun kişiden kişiye değiştiğini anladım. Ankara'daki sorun insandan başka görebileceğin bir şey olmaması. Hatta bakabileceğin. Gözünün değebileceği başka bir şey yok. Sokağa çıktığında binadan, abuk sabuk parklardan ve insanlardan başka bir şey görebilen lütfen bana ulaşsın. Her yer insan. Memurlar ve diğerleri. Mutlu olmaya çalışanlar, mutlu görünmeye çalışanlar, mutsuz olanlar, mutsuzluklarının hıncını başkalarından çıkaranlar, sevimsizler, sevimsizler, sevimsizler.

Perdelerim hala kapalı. Sigara kokusunun dağılması için pencerelerim ara sıra açılıyor, yalan yok. Bugün tüm bu düşünceler aklımdayken kendi düşüncelerimin yansımasını şurada buldum. Mutluyum, çünkü yalnız olmadığımı biliyorum. Arkadaşlarım, okuduklarım, izlediklerim kendimi kalabalık hissetmeme neden oluyor. Belki de hayatımda ilk kez, yalnız hissetmiyorum.

1 Mayıs'ta İstanbul'a gidiyorum. Ama bu sefer farklı olan ilk durak Taksim değil, Kadıköy. İdeolojimin ''pratikte'' sönmüş olması benim suçum değil. Bu konuda halkımıza danışın.

Mutlu olmaya çalışın. Ben deniyorum.

2 yorum:

  1. neden bilmiyorum bugun bu şarkıya taktım http://www.youtube.com/watch?v=H-tsqQPwivs
    bilmem sever misin.
    "anlatamam gördüklerimi o neşeli çocuğa."

    YanıtlaSil
  2. ''artık beni asla yaralayamaz
    hayat eğer istemezsem''

    çok hoş.

    YanıtlaSil