Okumayı söktüğümden beri kendimi annemi anlamaya çalışırken
buluyorum. Her gün saatlerimi o bembeyaz banyoda yarı çıplak halde el yıkayarak
geçiriyorum. Ellerim her gün daha da beyazlıyor. Burada yaşadığımız deliliğe
şarkılarla eşlik ediyorum. Banyo, sesimi güzelleştiriyor. Sesimin güzel
olduğuna inanıyorum. Banyonun bu kadar beyaz oluşu beni utandırıyor. Kendimi
kirli hissediyorum. Ellerimizi yıkıyoruz, defalarca, sanki hiç ölmeyecekmişiz
gibi saatlerce ellerimizi yıkıyoruz. Sayısız kavga ediyoruz, sanki birbirimizi
öldürecekmişiz gibi saatlerce kavga ediyoruz. Geceleriyse, sanki hiçbir şey
olmamış gibi birbirimizi sevmeye çalışıyoruz.
Bazı zamanlar ağlıyorum. Ben ağlayınca, babam bana da
bağırıyor. Gün geçtikçe içimi çeke çeke, sessizce ağlamayı öğreniyorum. Tanrıya
inanmıyorum. Hayatım çabalamakla geçiyor. Okul dönüşlerinde annem evdeki
işlerini bitirmemişse, dışarılarda geziyorum. Gezmek hoşuma gitmiyor ama
sokaklardan başka gidecek başka yerim yok. O günlerde sokakları sevmeyi
öğreniyorum. Evi kirletmemek uğruna yıllarca dizlerimin üstünde ödev yapıyorum.
En nihayetinde lisenin ortalarında bir masam oluyor. Her şeyden uzakta,
yalnızca kirliyken dokunabildiğin, belli belirsiz çiçekli bir örtüyle kaplı,
tüm kitaplarımı bağrına basan ufacık bir masa. Kendimi o masaya ait hissediyorum.
Gün geliyor, büyüyorum. Artık önce anneme, sonra kendime
üzülüyorum. Tek başıma, iki oda bir salon bir eve geçiyorum. Ev o kadar sessiz
ki, insanın ölesi geliyor. Hiçbir şeyi
yanlış yapmadığım halde yalnız bırakılarak cezalandırılmış gibiyim. Alışmak
zaman alıyor. Ellerim yavaş yavaş normale dönüyor, artık anneme daha az
benziyorum. Zaman geçtikçe yalnızlığa da, yokluklarına da alışıyorum. Ara sıra
özlüyorum, sonra geçiyor. Annem ara sıra yanıma uğruyor. Bana hala
‘’Nasılsın?’’ demek yerine‘’Ellerini temiz yıkadın mı?’’ diye soruyor. Anneme
benzemekten korkuyorum.
Ellerimi temiz yıkamıyorum.
Ellerimi temiz yıkamıyorum.